American Psycho Filmi Analizi
American Psycho filmi analizi yazıma başlarken…
“Kendi kendinizi kandırdığınızı, bilerek kendinizi mahvettiğinizi anlamıyor musunuz?” – Goethe, Genç Werther’in Acıları
American Psycho (Amerikan Sapığı), filmi konusu itibariyle seyirciye vurucu, etkileyici ve oldukça özgün bir hikaye sunuyor. Seksenler dönemi Amerika’sının içinde bulunduğu durumu borsa işiyle uğraşan bir karakter üzerinden, bu sektör içerisinde yaşayan insanların ruh halleri, birbirleriyle girmiş oldukları yarışmaları ve borsa sektöründe en iyisi, en zengin olabilme çabasını izliyoruz. Ya da biz öyle sanıyoruz? Veya buna inanmak istiyoruz?
Filmin konusu, işleyiş biçimi gerçekten de dikkat çekici ve bizi yönlendirmeye fazlasıyla müsait. Bu yönlendirme tabii ki bizim inançlarımız üzerinden yapılmaya çalışılıyor. Bu filmin analizini yazma sebeplerimden en önemlisi, filmi izleyenlerin neredeyse aynı çıkarımları yapmasıydı. İtiraf etmek gerekirse bu filme analiz yazmayı düşünmüyordum bile. Fakat filmi izledikten sonra bazı insanlardan bu filmi izleyip çıkarımlarının ne olduklarını sordum ve genelde aynı cevapları aldım.
American Psycho filmi analizime geçmeden önce, hem bazı forumlarda yazılan hem de insanlarla yaptığım interaktif sohbetlerdeki görüşlerin bazılarını sizlerle paylaşmak istiyorum.. Çoğunlukla yapılan yorumlar ve çıkarımlar şöyleydi:
- Karakterimizin bariz bir şekilde aşağılık kompleksi var.
- Narsist, egosit, kendini beğenmiş bir zavallının hikayesi…
- Yaratıcı bir katil.
- Yalnız birisi ve bununla yaşamaktan mutlu gibi…
ANALİZ
Sahnelerin en önemli kısımlarını yakalayıp bunların bağlantısını sizlere açıklamaya çalışacağım. Şimdiden iyi okumalar…
Film, ilk olarak yemek sahnesiyle, yakın plan ve üst açılarla yemeklerin görüntüleriyle başlıyor. Burada, dikkat edilmesi gereken iki unsur var. Yemeklerin sunuş tarzı; genel olarak kırmızı soslu yemekler ve çatal bıçaklar. Ayrıca sahnede geçen ‘Dorsia’ muhabbeti ve Yahudi vurgulaması. Bu sahnelerdeki vurgulanan yerlerin en önemli kısımlardan birisi olduklarını söylemek mümkün. Çünkü film boyunca, Dorsia’nın karakterimiz Patrick Bateman’ın ulaşmak istediği hedef olduğunu ve diğer karakterlerinde sürekli bu muhabbeti yapmaları, bize verilen, filmin ve karakterimiz Paul Bateman’ın çıkacağı yolculukla ilgili ilk ipuçları diyebiliriz.
Bar sahnesinde Bateman, baristaya para uzatıyor ve barista onu terslercesine bir replik atıyor. Patrick’in, baristanın arkasını döndüğü sırada açı değişiyor ve kadrajın aynaya odaklı olduğu sırada Bateman’ın karakteriyle ilgili en önemli repliklerden birisini duyuyoruz: ”Seni gebertmek ve kanını içmek istiyorum, fahişe!”
Bu sahnede dikkat edilmesi gereken en önemli noktanın bu repliğin atıldığı sırada kadrajın aynadaki Bateman’a odaklı olması yönünde olduğunu düşünüyorum. Yani buradan şu çıkarımı yapabiliriz; yansıma. Peki bu sahne neden bu kadar önemli ve dikkati aynaya, yansımaya çektim? Nihilizm. Hiççilik. Nietzche. İdealar, yansımalar, gölgeler. Filmimizdeki en önemli kavramlardan birisiyle tanışıyoruz. Tabii ilk olarak kapitalizmden bahsetmek isterdim ama karakter üzerinden gitmeyi tercih ederim. Sahne sahne ilerleyeceğimiz için ilk kavramamız şöyle bir kenarda dursun. Sinemadaki merak ilkesini kullanmak lazım değil mi bazen?
Sonraki sahne benim çıkarımıma göre filmin prolog sahnesi. Yani asılı, anlatılmak istenenin ipucunu bir öndeyişle vermek… Çoğu yönetmen bunu olarak bir sözle yapar (Sen Aydınlatırsın Geceyi, Onur Ünlü’nün Euripides alıntısı), bazıları sadece diyalogsuz sahneyle, bazılarıysa mekan tanıtımıyla yapar. Prolog kısımları her zaman önemlidir çünkü bu bizim neyle karşılaşacağımızı, nasıl bir yolculuğa çıkacağımızın ilk düğümünü verir. Genelde ters köşe yapan filmlerde, bu giriş kısımlarında sonu açıkça verilir bize ama filmin sonunda alt metini bize unutturacak o kadar dolambaçlı bir hikaye anlatımıyla karşılaşırız ki sonunda şaşırma duygumuz tavan yapar. Oysa yönetmen karakterinin ufak bir mimiğiyle, jestiyle bize bunu sunar filmin başında. Bu filmde de bu tarz bir durum söz konusu olduğu için bu konuya da değinmek istedim. Dönelim American Psycho filmi analizimize.
Prolog sahnesinde karakterimiz kendini tanıtıyor. Prensipli, ilkelerine sadık, kişisel bakımına çok aşırı önem veren bir karakterle karşı karşıyayız. Bu konularla ilgili yaptığı her adım hakkında bilgi veriyor. Bu bilgi verme durumu sonraki sahnelerde de karşımıza çıkıyor. Fakat bu sahnede “Patrick Bateman, bir düşünce, bir tür soyutlama, ama gerçek bir ben yok. Sadece bir varlık. El sıkıştığımızda elimi hissedebilirsiniz. Düşüncelerimi hissedebilirsiniz ama ben aslında öyle biri değilim!” repliğini dış sesten duyuyoruz. Bir diğer önemli unsur ise tam bu repliklerin atıldığı sırada Bateman, yüzündeki maskeyi çıkartıyor.
Açıkça nihilizmin vurgusu… Yani filmin başında her şeyin bir hiç olduğunu, bir yansıma olduğu fikrini düşünmeye başlıyoruz.
Peki ama Patrick Bateman bir düşünce, bir yansımaysa izlediğimiz sahnelerin gerçek veya birer yansıma olduğunu nasıl ayırt edebiliriz?
İşte filme sorulacak en önemli soru bize prolog sahnesinde veriliyor! Yazarımız bilinçaltına ilk göndermeyi yaptı.
Bir sonraki sahnede ofise gelen Patrick’in kulağında kulaklık var ve sekreteriyle iletişimini ilk kez görüyoruz. Ona aslında çok daha güzel olduğunu söylüyor. Kulaklık? Ve sekreteriyle olan yakın ilişkisi? Sorular artıyor… Bu adam ofise neden kulaklıkla geldi? Sekreterinin giyimiyle ilgili neden bir tavsiye verdi? Merak etmeyin bunların hepsini cevaplayacağım. Ama bu sahneden hemen sonra arabada nişanlısıyla olduğu sırada kulaklıkla müzik dinlemeye devam ediyor. Buradan, rahatlıkla müziğe ilgili ve nişanlısıyla arasının iyi olmayan bir karakterle karşı karşıya olduğumuzu çıkarıyoruz. Yemeğe gittikleri zaman oturduğu mekan hakkında kötüleme yapıyor ve sonrasında globalizmle ilgili çok olumlu düşüncelerini paylaşıyor. Çelişkili? Kesinlikle. Evsizlere ev bulmaktan bahsedip evsiz bir adamı öldürmesi buna bir örnek. Irkçılığa karşı ve Asyalı insanları küçümsüyor. Karakterimizin kafası oldukça karışık. Evde telefonla konuşurken arkadaki televizyonda pornografik görüntüler… Karakterimiz hakkında çok büyük ipuçları verilmeye devam ediliyor.
Nişanlısıyla yemeğe giderken taksideki sahnede, kamerada net olarak nişanlısını görüyoruz fakat Bateman’ın taksinin içindeki buzlu camdan dolayı yüzünü net göremiyoruz. Bu da bir önceki bahsettiğim yansıma, nihilizm kavramını destekliyor. Nişanlısının başının onun omzuna yasladığı sahne aynı zamanda filmin başındaki ben yanınızda olsam dahi repliğine de tekrar vurgu yapılıyor. Oldukça hoş bir sahne. Bu arada nişanlısını Dorsia’ya getirdiğini söyleyip arkadaşlarına bu konuda hava atıyor Bateman. Ama aslında farklı bir mekana gidiyorlar. Bateman’ın, içinde yaşadığı dönemle ilgili güzel bir nokta daha.
Allen karakteriyle tanışıyoruz. Bu sayede kartvizit sahnesini görüyoruz. Bu sahne oldukça önemli. Kartvizitler arası bir çekişme söz konusu. Ama bundan öncesinde film şu soruyu sormam gerek; bu filmde neden kartvizit sahnesi var? Tamam rekabet için olduğunu düşünüyoruz ama daha genel bakalım. Yine bunu da sonra açıklayacağım. Ayrıca bu sahnenin başında gay bir karakter Patrick’in omzuna dokunuyor ve şiddetle buna gerek olmadığını söylüyor. Bir diğer soru daha… Gay olduğu için mi? Sanmıyorum.
Dilenci sahnesi… Bateman bu sahnede dilenciye yardımcı olacağını söylüyor fakat dilenci ona teşekkür ettiği sahnede kollarını tutuyor. Az önce ona yardım etmek isteyen karakterimiz şimdi ”Seninle hiç ortak yönümüz yok, Al.” diyor ve onu öldürüyor. Biraz akılları karıştıralım. Gerçekten öldürüyor mu?
Burada karakterimizin artık kendisine dokunulmasından haz etmediği, bir hastalığı olduğunu öğreniyoruz. Obsesif Kompulsif Bozukluk? Yüksek ihtimal. Bunu destekleyecek çok güzel birkaç sahne daha var.
Planlı bir şekilde işlenen ilk cinayet sahnesi… Patrick, Allen’ı kendi evine davet eder. Çok önemli bir ipucu daha var bu sahnede birazdan buna değineceğim. Patrick, Allen’ı öldürmeden önce üstüne yağmurluk tarzı bir giysi giyiyor. Az önce bahsettiğim, OKB hastalığı durumu… Aslında filmin en başında kendisini en ince ayrıntısına kadar temizlemesi ve türlü türlü kremler kullanması evinin çok sade ve tertemiz olması, karakterimizin net olarak bir OKB hastalığını veriyordu. Ama bundan emin olmak için bunun gibi farklı şekilde birkaç sahne daha görüp emin olmayı daha çok tercih ediyorum. Ki ileride bir sahnede de bunu destekleyecek bir an daha var. Gelelim dikkatimi çeken en önemli unsura. Patrick, Allen’ı öldürmeden önce müzisyenler hakkında bilgi veriyor ve bunu sonrasında işleyeceği tüm cinayetlerde de bir fantezi olarak yapıyor. Bu sahnede Patrick’in ilaç kullandığını görüyoruz? Ve Patrick, cinayet işlemeden önce şarkı açıyor daima teypten. Dışarıdan bakıldığında bir katilin, sapığın bunlara benzer sıradan fantezileri olur ve normal karşılarız bu tarz durumları, film izlerken. Yani ben hayatımda fantezisi olmayan bir katil görmedim herhangi bir filmde. Sizin fikriniz nedir? Ama burada bu fantezi kullanımı filmin en önemli kilit noktalarından birisini oluşturuyor. Acaba bu kilit nokta ne? Patrick, cinayeti işledikten sonra kanlı bir torbanın içine koyduğu Allen’ın cesedini güvenlik görevlisinin hemen önünden geçirip arabasının bagajının arkasına koyuyor. Sürüklediği sırada da torbadan kan akıyor. Şimdi buradaki olayı tekrar vurgulayıp açıklamak yerine az önceki iki cümleyi tekrar okuyup dikkatinizi çeken şeyin ne olduğunu kendinize sormasını istiyorum. Evet, bir sonraki sahneye geçebiliriz.
Allen’ın evine gidip onu Londra’ya göndermiş gibi gösterip cinayeti gizlemeye çalışıyor, Bateman. Tabii bu sırada onun evini kendi eviyle kıyaslaması da bir hayli dikkat çekici. Bahsettiğim o yarışmacılık durumu. Dorsia, kartvizit kıskançlığı, en iyisi ben olmayım düşüncesi. Artık karakterimizin net olarak bir aşağılık kompleksi olduğundan da eminiz.
En önemli sahnelerden birisi olan dedektif sahnesi…
Sahne başlangıcında Patrick, kulaklıkla yine müzik dinliyor. Nerede? Ofiste. Bir soru daha… Dedektif gelmeden önce Patrick kulaklığını çıkartıp masanın üstüne koyuyor. Çok ince bir detay daha; Dedektif Donald, Patrick’e “Ne kadar meşgul olduğunuzu görüyorum.” derken masaya bakıyor. Masanın üzerindeki az önce gördüğümüz kulaklığı ve altında bir dergiyi fark ediyor. Patrick ise hemen bunları çekmeceye saklıyor. Yine bir soru daha.. Neden bunları saklıyor? Dedektif bunları masada görse ne fark eder ki? Dedektif, Allen’ın kayboluşunu soruşturuyor ve Patrick, kaçamak cevaplar veriyor doğal olarak. Ama ben size şunu sormak istiyorum. Dedektif gerçekten bir dedektif mi? Paul’un birden ortadan kaybolması konuşuluyor. Nihilizm gibi algılanabilir ama çok daha farklı bir vurgu var burada. Değineceğim…
Patrick’in mekik çekerken arkadaki televizyonda çığlıkların olduğu bir sahne yayınlanıyor. Buradaki sahnede elinde testere olan bir kişi var. Patrick’in ilerleyen sahnelerde elinde testereyle öldürdüğü bir kadın vardı. Bu, o sahneye ilk gönderme. Ama Patrick’in daha yaratıcı bir şekilde bunu yapması dikkat çekici. Zaten o kadını da gördüğümüz ilk sahne de ,bu mekik sahnesinden hemen sonra. Tesadüf mü? Bu kadın bir hayat kadını. Patrick onu evine davet ediyor ve bir tomar paraya kadın teklifini hemen kabul ediyor. Bateman, ayrıca ilişkiye girmek istediği bir kişiyi daha ayarlıyor ve kesinlikle sarışın olması gerektiğini vurguluyor. Neden, neden, neden? Ve bu sahnede kendini Paul Allen olarak tanıtıyor. Sizce de ilginç değil mi? Kadını da bir güzel duş aldırıyor ve ondan vajinasını temizlemesini istiyor karakterimiz. Yine bir OKB vurgusu. Kadınlarla yatmadan önce Bateman, yine teypten müzik açıyor ve müzisyenler hakkında bilgi veriyor. Kadınların soyunmasını istiyor ve bu sırada bir kamera kuruyor yatak odasına Patrick. Ve bilgi vermeye de devam ediyor. Sevişme sahnesi sırasında Bateman, sürekli kameradan kendisine bakıyor, kaslarına bakıyor vesaire. Ama şunu soralım önce; Bateman kendisini neden kameraya kaydediyor ve sevişmek daha ön planda olmak yerine tamamen kendisini izliyor? Buradaki amacı ne olabilir yazarımızın? Ve bu sahnede kadınları öldürmüyor. Onları sadece hasara uğratıyor.
Patrick diğer sahnede kadınlar hakkında konuşulurken, gay olan karakterin geldiğini ve onun kartvizitini görüyor. Kıskançlıktan çıldırıyor ve onu öldürmeye karar veriyor ama öldüremiyor. Katilimiz vicdana mı geldi dersiniz? Yoksa neden tekrar bir kartvizit sahnesi olduğunu mu sorgularsınız?
Yine bir dedektif sahnesi… Allen hakkında sorular vesaire. Bu sahnede dedektif ,Patrick’in gözünün içine soka soka bir albüm gösteriyor ve müzisyenler hakkında bilgi veriyor. Patrick ise donup kalıyor. Şimdi şöyle iki tane soru ortaya çıkıyor: Dedektif, Patrick’i konuşturmak için yokluyor mu? Yoksa Dedektif, gerçekten bir dedektif mi?
Bu arada Patrick, ara sıra katillerden alıntı yapıp, cinayetlere olan ilgisini arkadaşlarıyla paylaşıyor. Veya tanıştığı yeni insanlara…
Yeni tanıştığı insanlardan birisi olan bir modelin saçlarını elinde tuttuğu sahne… Patrick, anlaşılacağı üzere yine bir cinayet işliyor. Modelin saçını elinde tutarken ofiste bulmaca çözüyor. Bulmacada boşlukları doldurduğu yerler ‘Meat, Bone, Eat, Bone, Blood, Meat’ gibi kelimeler. Yani kan, kemik, et, yemek gibi kelimeler. Bu sırada ofiste güneş gözlüğü takması da dikkat çekici. Sekreteri içeri giriyor. Ve onu yemeğe davet ediyor Bateman, Dorsia’ya. Bateman, sekreterinin gitmek istediği yerin Dorsia olduğunu duyunca onu da öldürme kararı aldığını anlıyoruz. Dorsia’da hiç yer olmamasına rağmen sanki orada yer varmış gibi telefonla konuşması da onu fazlasıyla küçük düşürüyor. Bateman, doldukça doluyor. Bunları direkt olarak anlatmak istedim çünkü sekreteri Jean, onun direkt duygularına dokunan tek kişi filmde. Ayrıca evine gittikleri sırada yoğurt yedikten sonra Jean tam kaşığını masaya koyacakken Bateman, ona bağırarak kaşığı kasenin içine koymasını söylüyor. Artık OKB olduğunu kanıtladık diyebiliriz tamamen Bateman’ın. Patrick, Jean’ı tam öldürmek üzereyken telefon çalıyor ve nişanlısı arıyor ve sesli mesajdan nişanlısının sesi duyuluyor. Bateman öldüreceği kişiye duyduğu saygıdan dolayı onun gitmesini istiyor. Yani Jean yine onun bir şekilde damarına basıyor.
Jean bu filmin kilit noktalarını aydınlatmaya yardımcı olacak en önemli karakter.
Patrick ve Dedektif yeniden buluşup yemeğe çıkıyorlar. Paul’un öldürdüğü kişinin birden Londra’da görüldüğünü söylüyor dedektif. Evet, ben de bir nasıl olur demiştim kendime ama filmin, karakterin çözülmeye başladığı yere geldik yavaş yavaş. Patrick bu sahnede resmen soğuk terler dökmeye başlıyor.
Patrick, tekrar aynı hayat kadınının yanına gidiyor ve onu yine bir şekilde ikna edip evine davet ediyor. Ama bu sefer Allen’in evine gidiyorlar. Öldürdüğü ama Londra’da görülen Allen… Evi onun evinden daha güzel olan Allen… Yine üçlü bir sevişme sahnesi… Yine teypten çalan müzik… Felsefe yapan Patrick… Cinayet… Daha önceden bahsettiğim televizyondaki çığlık atan kadın ve testereli kişi sahnesinin aynısını bu sefer Patrick yaşıyor… Parayla ikna ettiği kadın bir şekilde evden çıkıyor ama Patrick kadını 8. Kattan atağı testereyle tam karnından vuruyor ve kadın ölüyor. Sizce de bu sahne biraz fazla fantastik ve tesadüf değil mi?
Artık gelelim filmin her şeyinin yüz üstüne çıktığı yer ve Patrick’in her şeyi itiraf ettiği sahnelerden birisine. Nişanlısına ayrılmayı istediğini söylediği sırada Patrick, az önce fantastik bir şekilde öldürdüğü kadını resmediyor. Ve Nişanlısından ayrıldığında resmin üzerine bir çarpı çiziyor. Bir soru daha…
Patrick bu sahneden sonra tamamen kontrolü kaybediyor. Her şey tersine dönüyor ve filmin doruk noktasına geliyoruz. Atm’den para çektiği sırada Patrick bir kedi görüyor ve atm ekranında kediyi içine atması emrediliyor. Bu sırada bunu yaşlı bir kadın görüyor ve kadını öldürüyor. Siren sesleri… Patrick kaçıyor… Polisler onu kovalıyor… DAVİS… Patrick… Allen… Hepsi kaçıyor… Ama dikkat edin caddelerde KİMSE yok. Patrick polislerle çatışmaya giriyor ve silahını ateşlemeye başlıyor… Polisleri vuruyor… Ama sokakta kimse yok… Arabalara ateş ediyor… ARABALAR PATLIYOR… Arabaya iki üç el ateş ediyor ve arabalar patlıyor? Sonra DAVİS, buna kendisi de şaşırıyor ve kaçıyor. Patrick, bir otele gidiyor, resepsiyondaki kişiyle karşılaşıyor… Adam ona,”Gece vardiyası mı, Bay Smith?” sorusunu soruyor ve onu orada vuruyor. Ama bunu kimse duymuyor? Temizlikçiyi vuruyor ama kimse duymuyor. Allen’ın binasında güvenlik görevlisini görüyor ama güvenlik görevlisi hiçbir şey olmamış gibi gülümsüyor? Patrcik, daireye gidiyor ve takip edildiğini düşünüp avukatını arıyor. Her şeyi itiraf ediyor. Cinayetleri… Hasta olduğunu… Kan ter içinde…
Patrick, maske takıp Allen’ın evine gidiyor. Yani işlediği tüm cinayetlerin olduğu yere. Ve evde ne tek bir kan lekesi ne de bir iz var. Her yer bembeyaz ve evin ilanda olduğunu öğreniyor. Ev bakan kiracıları fark ediyor. Ev sahibi de ilanı Times’da mı gördüğünü soruyor. Davis ise evet diyor ama kadın öyle bir ilan olmadığını söylüyor? Yani ertesi günün akşamı herkesi öldürdüğü ev baştan beri bomboş muydu? Paul Allen’ın bu evde yaşadığını soruyor ve orada hiç öyle birinin yaşamadığını söylüyor ev sahibi? Kadının, bu durumu tekrar tekrar yaşadığı fazlasıyla açık…
Evet, filmin doruk noktası bu şekildeydi. Ben de artık aydınlatmam gereken her noktayı tek tek açıklamam gerek.
Ve filmimizin çözüldüğü sahne!
Patrick, sekreteri Jean’ı arıyor ve ofise gelemeyeceğini söylüyor. Jean merak edip onun ofisine gidiyor ve P.B. adlı bir ajanda fark ediyor. İşte Jean’ın neden çok önemli bir rolü olduğunun göstergesi… Jean, defteri açıyor ve filmin başından sonuna kadar öldürülen herkesin ismini görüyor. Ya da öldürüldüğünü düşündüğümüz kişilerin? Ya da Patrick’in öldürdüğünü sandığı kişilerin. Bu sırada Patrick, Bara gidiyor ve her şeyi itiraf ettiği avukatını görüyor. Avukat, Patrick’in şakasını eğlenceli bulduğunu söylüyor. Şaka mı? Nasıl? Ne şakası? Ve Bateman isminin çok sıkıcı bir isim seçimi olduğunu da ekliyor. Yani aslında Patrick Bateman’ın, aslında Davis olduğunu öğreniyoruz. Ama karakterimiz gerçekten Patrick olduğunu savunuyor. Davis olmadığını açıklamaya çalışıyor ama nafile…
DAVİS, PAUL ALLEN’IN ÖLDÜRDÜĞÜNDE ISRARCI AMA AVUKAT, ALLEN’LA LONDRADA İKİ GÜN ÖNCE YEMEK YEDİĞİNİ SÖYLÜYOR.
Patrick’in, ya da Davis’in ajandasını inceleyen Jean, Davis’in işlediği tüm cinayetleri resmettiğini görüyor. Şimdi burada size sormak istediğim şu; geriye dönüp baktığınız zaman, Patrick’in, filmin henüz başında “Ben bir düşünceyim” demesi, “Ben aslında bir soyutlamayım” demesi, kartvizit sahneleri, OKB hastalığı, dedektifle karşılaştığı sahnede kulaklığı ve müzik dergisini gizlemesi ve aynı zamanda cinayet işlediği sıralarda her zaman bir müzisyenden bilgi verip sürekli teypten şarkı çalması, kendisini başka birisi sanması size hiç birinin gerçekten bu dünyada var olma çabasının nasıl bir zorluk olduğunu düşündürtmedi mi?
Varlık felsefesi, egzistansiyalizm…
Patrick’in aşağılık kompleksinin temeleinde yatan hastalığın aslında şizofreni olduğunu söylesem? Filmin başından bu yana gördüğümüz her öge, nesne, cinayet, kişi, konu, şekil, hepsi ama hepsi birer düşünceydi. Ve bu düşüncelerin hepsi Patrick’in bir deftere çizdiği resimlerden yola çıkarak hayal ettiği tüm unsurları, kavramları zihninde, şizofreni hastalığı olduğu için kendisinin üretmesiydi.Filmin kilit noktası… Patrick her zaman ofisteydi ve ofiste müzik dileyip, resim çiziyordu. Hayal gücünde canlandırdığı cinayet sahnelerini defterine resmediyordu müzik dinlerken…
Şizofreni hastalığının sanırlarından birisi olan ‘Büyüklük Sanrısı’ kişinin kendisini ilah, mesih veya akla gelebilecek en üstün varlık olarak görmek olarak açıklanıyor. Ve yine şizofreninin bir diğer belirtilerinden birisi, kendini başka birisinin yerine koyup onun gibi yaşama, ya da onun yerini aldığını düşünme gibi belirtileri sayılabilir.
Obsesif Kompulsif Bozukluk olmasını da sahne sahne açıkladığımızı düşünüyorum.
Peki, Patrick yani Davis için neden bu kadar ilkeli ve prensipli, yalnız ya da kuralcı gibi tanımlamalar yaptık? Neden resim çizip her şeyi asajndasına aktarıyor. Neden sürekli sevişirken kendisini seyrediyor? Kendisini başkasının yerine koyma sebebi ne?
Bunun yalnızca tek cevabı var; Patrick’in yani Davis var olduğunu hissetmeye çalışması. Kendisinin gerçekten var olduğunu ispatlamaya çalışması. İşte filmin başından sonuna kadar tüm kartvizit sahneleri bu yüzden yer alıyor filmde. Yani bir kimliğinin olduğunu, yani aslında var olduğunun ispatı… Tabii bunu resim yoluyla yapmaya çalışıyor ama yine hayal gücünün gerçeklikle çarpışması, kendisinin Patrcik Bateman olmadığını öğrenmesi onu yıkıyor. İşte burada size bahsettiğim prolog kısmına geri dönelim. Yönetmen bazen filmin başında size çıkacağınız yolun ipucunu verir demiştim. Tabii bunu farklı yollarla yapar her yönetmen. Burada yönetmenimiz bir maske sahnesi ve diyaloglar aracılığıyla bilinç altımıza bu düşünceyi gönderdi demiştim. Şimdi izlediğimiz filmde Patrick Bateman’ın bir maske olduğunu varsayarsak, maskeyi çıkardığı anı da kendisi sayarsak yönetmenimiz daha filmin ikinci-üçüncü sahnesinde, prologda bize filmin sonunu da ufaktan vermiş oluyor.
“Patrick Bateman, bir düşünce, bir tür soyutlama, ama gerçek bir ben yok. Sadece bir varlık. El sıkıştığımızda elimi, etimi hissedebilirsiniz. Düşüncelerimi hissedebilirsiniz ama ben aslında öyle biri değilim!”
Nihilizm, egzistansiyalizm ve realizm…
Peki ya dedektif olduğunu söyleyen Dedektif Donald aslında kim? Davis, ilk cinayetini işlemeden önce bir ilaç kutusundan ilaç alıp içiyor ve o sırada kurbanı olacak kişiyse Paul Allen. Dedektif Donald, sorguya geldiği sırada onun kayıp olduğunu ve bu yüzden araştırma yapmaya geldiğini açıklıyordu. Bir diğer sorgu sahnesinde Dedektif Donald, müzisyenlerle ilgili bilgi veriyor ve Davis’e bir albüm gösterip, o grubu Davis’in çok sevmesine rağmen, aynı grubu bilmediğini söyleyip dona kaldığını izliyorduk. Şimdi bu adamın dedektif olduğunu varsayarsak elimizde dedektif olduğuna dair herhangi bir sahne ya da bir durum var mı? Paul Allen’ın Londra’da görüldüğünü doğruluyordu. Ama şimdi biraz geri gidelim, Dedektifin kendisi ilk geldiğinde Paul Allen’ın kayıp olduğu düşüncesini benimseyerek gelmemiş miydi? Bu durum da bana otomatik olarak şunu düşündürdü; Paul Allen’i öldürdükten sonra Davis’in ilaç kullandığını görmek ve hemen sonraki sahnede Dedektif’in ortaya çıkması, albümlerle ilgili konuşup onunla ilgili sorular sorması beni Dedektif Donald’ın, Davis’in aslında psikiyatristi olduğunu düşünmeye itti. Çünkü Şizofreni olan birinin, hangi psikiyatriste sorarsanız sorun, şizofreni teşhisi konulmuş her hastanın cevapları ilk zamanlar her zaman kaçamak cevaplar olur der, eminim. Ayrıca beni, Donald’ın doktor olmasına iten bir diğer şey de albüm ve müzisyenler hakkında verdiği bilgiler olmasıydı. Davis dışında bu ilgi konusunu bilen kimse yok. Dedektif olarak Donald, neden soruşturduğu birine müzisyenlerle ilgili bilgi verip, albümü sorguladığı kişinin gözünün içine soksun ki? Doktor olarak onu konuşturmak için, yani hastanın ortak bir noktasını yakalayıp onun güvenini kazanması için yapması daha mantıklı geliyor bana. Ayrıca ben hiçbir zaman sorgu yapan bir dedektifin sorgu yapılan kişiyle yemeğe çıktığını da görmedim.
Sonuç olarak, var olma çabasında olan bir karakterin yaşamış olduğu tüm maceraların aslında o karakterin sadece hayal gücünde olduğu çıkarımını rahatlıkla yapabiliyoruz artık.
Filmdeki birçok kavramla-nihilizm, egzistansiyalizm, globalzim,faşizm ,seksizm…- ana karakterimiz Davis’in içinde yaşadığı dönemin etkileriyle çeşitlendirilerek bir insanın içinde bulunduğu, kendisinin yaşamış olduğu çelişkileri akıcı bir şekilde seyrediyoruz, Amerikan Sapığı filminde.
Sinematografik olarak kullanılan tekniklerin çoğu klasik ana akım sinema unsurlarına dayandırılıyor. Işık, ses, kamera kullanımı, oyunculuk, dekor, makyaj, kostüm ve aklınıza gelebilecek her öge hikayeyle uyuşuyor bu filmde. Başarılı bir anlatım ve inanılmaz bir hayal gücü örneği…
American Psycho filmi analizi yazımı sonuna kadar okuduğunuz için teşekkür ederim. Umarım bu filmde açıklamaya çalıştığım herhangi bir şey size ufacık da olsa katkı sağlar. Bu beni mutlu edecek en önemli şeydir. Sevgiyle kalın…
“Kendimizi yitirdiğimiz zaman her şeyi yitirmiş sayılırız işte” –Goethe, Genç Werther’in Acıları
İlgini çekebilicek diğer inceleme yazılarımız:
Ödüllerin Gölgesinde Bir Film: Nuh Tepesi Film İncelemesi
Sosyolojik Suç Kuramları Çerçevesinde: A Clockwork Orange