McCandless’in Kendini Bulma Yolculuğu: Into The Wild
“Yalnızca hayallerinin peşinden koşan insanlar için hayat, farklı bir anlama sahiptir.” Into The Wild
Çoğumuz ne şartlar altında yaşarsak yaşayalım, hayatın stresine dayanamayıp uzaklara kaçmayı ve doğa ile birlikte yaşamayı hayal etmişizdir. İnsanlar her zaman bize ne yapmamız gerektiğini söylese de her zaman değişik seçimlere sahip olduğumuzu bilmeliyiz. Christopher McCandless (Emile Hirsch) “Düşüncelerimi anlatan kelimelerin git gide anlamsızlaştığını fark ettim” diyerek dönüşü olmayan bir yolculuğa çıktı. Bu yolculuk ona kendisini bulmasını sağlarken her şeyi daha farklı yorumlaması gerektiğini anlattı.
Christopher’ın aslında geçici işlere ihtiyacı olmadığını, kendini bulmaya çalıştığı uzun soluklu hikayesi;
Son derece hızlı gelişen bir hikayeye sahip olan Into The Wild’ı, üniversiteli bir gencin hayatını yeniden bulmaya çabalaması olarak da ifade edebiliriz. Film, 1996 yılında yayımlanan John Krakauer’in Christopher McCandless’ın Maceraları üzerine kitabından uyarlanan bir gerçek hayat hikayesi. Oyuncu ve yönetmen olan Sean Penn, 2007 yılında filmin yapımcılığını ve yönetmenliğini üstlenerek bu gerçek hikayeyi sinemaya uyarlamıştır. Penn, bu çerçevede belli bir politik ve sosyal damar üzerinden ilerleyen, mizah dozu yüksek, yaşama dair geçişleri, çatışmaları bu yapımla çok başarılı bir şekilde işlemiş durumda. Öyle ki filmin en başında bir George Byron imzası taşıyan şiirin satırlarıyla seyircisini merhamet ve samimiyete çağırıyor. Bu filmle beraber Penn’in bilinmeyen yönlerini keşfedebiliriz. Into The Wild filmindeki estetik çekimler ve eşsiz tınılar olsun iyi bir çıkardığını söylemek mümkün.
Yapım, “En İyi Kurgu” ve “En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu” dalında Oscar’a aday gösterilmiştir. ABD yapımı, tartışmaya, üzerine uzun uzadıya konuşmaya açık bir film. 1990’larda, McCandless’in (Emile Hirsch) Alaska’ya olan maceralarında yaşanan olayları fon alan öykünün merkezinde, şehir yaşamıyla doğa yaşamını mukayese eden henüz 23 yaşında bir kişinin trajik hikayesi yer alır. McCandless’in yozlaşmış toplumdan kaçışı bölümler halinde anlatılır. Bunlar doğuş ve olgunluk olarak anlatılmıştır.
Eminim ki izleyenler bu bölümlerde kendilerinden parçalar bulmuştur. Liseden yeni mezun olmuşuzdur; insanlar, aile, her gün geçtiğimiz sokaklar ne anlamsızlaşmıştır. Daima elindekinin fazlasını isteyen insanların ise gün geçtikçe artması cabası. Tüm bunların yanında üniversiteye başlamışızdır, bir dört yıl daha bu acımasız dünyanın ev sahipliğine memnun kalmış gibi rol yapıp, onun himayesinden kurtulmak için çoktan sıraya girmişizdir. Üniversite biter. Artık çıkmışızdır yola. Film tüm bunları yaparken aşırı iyimser bir üslupla iletiyor mesajlarını.
Finale doğru film gerçekçi ve mantıklı bir hal almaya başlar; Christopher’ın omuzlarına yüklediği dünyanın yükünü hafiften hissetmeye başlarız. McCandless’ın finalde midesine attığı son şey kendi bacağına kurşun sıkmaktan başka bir şey değildir. Öbür taraftan film bazı önemli güncel meseleleri de derinden kavrıyor.
Emile Hirsch hem karakterine hem olan bitene ne kadar hakim olduğunu gösteren bir özgüvenle oynuyor. McCandless karakterinin dizginleri onun ellerinde. Yapımda Emile Hirsch dışındaki oyuncuların sıklıkla değil belli aralıklarla ekrana gelmesi film için bir dezavantaj oluşturmamıştır. Hatta sizle beni şaşırtan bir bilgiyi paylaşmak istiyorum. Bu arada gerçek hayattaki McCandless’ı canlı olarak gören son kişi Jim Gallien olmuştur. Filmde McCandless’ı bırakan Jim Gallien’ın ta kendisidir. Jim Gallien bu sahneyi o açıdan çok farklı oynamıştır. Yönetmenin yarını düşünmeyen, bugünü düşünen bakış açısı ile beraber filmde melankolikliğin izlerini görebiliriz. Üstelik buna filmin her karesinde rastlamak mümkün. Ayrıca Sean Penn ve Emile Hirsch’in karakterin kendince yarattığı felsefi düşüncesini çok iyi yansıttığını düşünüyorum.
Sizlere filmin açılışında bizi karşılayan John Byron’un şiiriyle veda etmek istiyorum.
Ücra ormanlarda bir haz vardır;
Issız kıyılarda mest olurum;
Kimsenin rahatsız etmediği bir çevre vardır,
Derin denizlerde ve uğultusunda bir şarkı vardır:
İnsanı daha az sevmem ama doğayı ondan çok severim…
John BYRON
Aleyna Karahan
FOR ENGLISH
INTO THE WILD
“Life has a different meaning for people who only follow their dreams.”
Most of us have dreamed of escaping away from the stress of life and living with nature, no matter what conditions we live in. we should know that we always have different choices, although people always tell us what to do. Christopher McCandless (Emile Hirsch) set out on an irreversible journey saying “I noticed that the words expressing my thoughts are becoming more and more meaningless”. While this travel helped him find himself, he told him that he had to interpret everything differently.
The long-running story that Christopher doesn’t really need temporary jobs, but tries to find himself;
We can express Into The Wild, which has an extremely quickly developing story, as a university student’s struggle to find his life again. The movie is a real life story based on John Krakauer’s 1996 book on The Adventures of Christopher McCandless. Sean Penn who an actor and director produced and directed the film, adapting this true story to the cinema in 2007. In this frame, Penn has successfully processed transitions and conflicts regarding life, which proceeds through a certain political and social vein has a high dose of humor. At beginning of the film, he invites audience to compassion and sincerity with lines of the poem bearing the signature of George Byron. We can discover the unknown sides of Penn with this movie. We can say that he did a good job with the aesthetic shots and unique sounds in the film.
The production was nominated for Oscar for “Best Editing” and “Best Supporting Actor”. it is a movie that is open to discussion and made in the USA. In the center of the story which funded the events of McCandless’s (Emile Hirsch) adventures in Alaska, is the tragic story of a person who is just 23 years old, comparing urban life and natural life in the 1990s. McCandless’s escape from the corrupt society is told in chapters. It describe as birth and maturity.
I’m sure that viewers found pieces of themselves in these episodes. We just graduated from high school; How the people, the family, the streets we pass every day have become meaningless. Not to mention that the number of people who always want more than what they is increasing day by day. In addition, we also started college, satisfied with the hostility of this brutal world, queuing for another four years to escape its patronage. The university ends. We are on the road now. The film conveys its messages in an extremely optimistic manner while doing all these.
The movie starts to become realistic and logical towards the final. We begin to feel the weight of the world that Christopher has placed on his shoulders lightly. The last thing McCandless threw in his stomach in the final was to shoot a bullet in his own leg. On the other hand, the film deep grasp on some important current issues.
Emile Hirsch plays with self-esteem that shows how much he has mastered both his character and what’s going on because The McCandless character is in his hands. It wasn’t a disadvantage for the film that actors other than Emile Hirsch were screened at regular intervals not often. In fact, I want to share with you some information which surprised me. Jim Gallien is the last person that see McCandless alive in real life. It is Jim Gallien himself who left McCandless in the movie. Jim Gallien played this scene very differently. We can see the traces of melancholy in the film together with the director’s point of view that doesn’t think about tomorrow, but it is today. Even, it is possible that encounter this in every frame of the movie. I also think that Sean Penn and Emile Hirsch reflected the philosophical thought created by the character himself very well.
I want to say goodbye to you with a poem by John Byron who greeted us at the opening of the film;
“There is a pleasure in the pathless woods,
There is a rapture on the lonely shore,
There is society, where none intrudes,
By the deep Sea, and music in its roar:
I love not Man the less, but Nature more…”
Diğer blog yazılarımıza göz atmayı unutmayın!