Kadrajin Ardındakiler: Metin Erksan
“Türk Sinemasının Sansürlü Yönetmeni”
Türkiye sinemasının 1960lı yıllarındaki durumuna baktığımızda 61 Anayasasının getirmiş olduğu özgürlük atmosferinin sinemayı da büyük ölçüde etkilediğini söyleyebilmekteyiz. 61 Anayasasının getirmiş olduğu özgürlük ortamı sayesinde, toplumu yakından ilgilendiren ve birtakım sorunları dile getiren filmler çekilmeye başlanmıştır. Dönemin yeni kurulan partilerinin ve seçimlerin etkisiyle, sinemacılar filmler aracılığıyla toplumun sorunlarına değinme imkânı bulmuşlardır. “Toplumsal Gerçekçilik Tutumu”, bu imkânın sinemadaki yansımalarından biridir. 1960’tan sonra sinemada ortaya çıkan bu kavramla sinemacıların, toplumun yapısını ve bu toplum yapısı içindeki sınıfları, onların sorunlarını filmlere konu edinmelerini ifade etmektedir. Metin Erksan’ın 1963 yapımı “Susuz Yaz”, Atıf Yılmaz’ın 1966 yapımı “Toprağın Kanı” filmleri bu akıma örnek olarak verilebilr.
Türkiye Sinemasında Altmışlı yıllarda ortaya çıkan diğer bir akım ise “Ulusal Sinema” akımıdır. Bu akımın Batı hayranlığına duyulan tepkiyi ifade ettiği söylenmektedir. “Harem’de Dört Kadın, Bir Türk’e Gönül Verdim”, Metin Erksan’ın “Sevmek Zamanı ve Kuyu” filmleri de Ulusal Sinema örnekleri olarak verilebilir. Bu dönemde öne çıkan diğer bir düşünce olan “Milli Sinema düşüncesi”, Türk toplumunun dinsel ve sanatsal yapısının göz önüne alınarak film üretme amacı taşımasını öne sürmektedir. Milli kültürün ve Selçuklu ile Osmanlı toplumlarındaki İslamiyet’le bütünleşen yaşama biçiminin sinema aracılığıyla anlatılmasını amaçlamaktadır. Son olarak da “Devrimci Sinema” düşüncesinden söz etmek mümkündür. Devrimci sinema, Yeşilçam ve Hollywood filmlerinin pasif seyirci odaklı sineması yerine, sınıfsal çatışmaların ve haksızlığın konu edildiği filmleri kapsamaktadır. Bu akımın amaçları dünya ve Avrupa sanat sinemasının örneklerinin gösterimini yaparak, sinema ve kapitalizm üzerine eleştirel bakışı oluşturmak olan grup da devrimci sinema tezini savunmaktadır.
Toplumsal yaşamdaki düşünsel özgürlük sinemaya da yansıyarak, yönetmenlerin ilk kez Türk sinemasında konuya, karaktere, biçime ve diğer sinemasal unsurlara dair kafa yormalarını ve bunları sorgulamalarını sağlamıştır.
Altmışlı yıllarda sinemasal anlamda yaşanan gelişmeler sonucu bazı yönetmenler bu döneme damgasını vurmuştur. Hem döneme damgasını vuran hem de kendinden sonra gelen sinemacıları etkileyerek sinema tarihinde iz bırakarak “Türk Sinemasının Kilometre Taşları” olarak nitelendirilen bu yönetmenler Lütfi Ömer Akad, Atıf Yılmaz Batıbeki ve Metin Erksan’dır.
İsmail Metin Erksan 1929 yılında beş erkek, iki kızdan oluşan bir ailenin en küçük çocuğu olarak Çanakkale’de doğdu. Babası Çanakkale Çimenlik Kalesi Kumandanı ve İttihat Terakki Partisi mebusu Ahmet Kazım Erksan’dır. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da tamamlayan, Pertevniyal Lisesi mezunudur. Istanbul üniversitesi Sanat Tarihi Bölümünden 1952 yılında mezun olmuştur. Öğrenciilik hayatında Halide Edip Adıvar, Ahmet Hamdi Tanpınar, Oktay Aslanapa gibi hocalardan ders aldı. 1947’den başlayarak çeşitli gazete ve dergilerde sinema yazıları yayınlanmaya başladı.
- 1952’de Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun senaryosundan çektiği ”Aşık Veysel’in Hayatı-Karanlık Dünya”, ilk filmi oldu.
- 1957’de ”Dünya Havacıları Türkiye’de” ve ”Büyük Menderes Vadisi” isimli iki belgesel film yönetti.
- İlk filmi ”Karanlık Dünya” ile halk ozanı Aşık Veysel’in yaşamını, filmin çekimlerini sanatçının köyünde gerçekleştirerek yarı belgesel bir yaklaşımla perdeye getirdi.
- 1957’de çektiği ikinci filmi ”Dokuz Dağın Efesi” ile büyük ilgi toplayan Erksan, daha sonra ”Gecelerin Ötesi”, ”Yılanların Öcü” ve ”Acı Hayat” gibi filmlerle toplumsal gerçekçilik türünde ürünler verdi.
- Sinemacılar Kuşağı’nın üç önemli temsilcisinden biri olarak adını duyuran Erksan, ”Susuz Yaz”, ”Suçlular Aramızda”, ”Sevmek Zamanı” ve ”Kuyu” gibi filmlerle kendine özgü üslubunu geliştirdi.
- ”Susuz Yaz” adlı filmi, 1964’te Uluslararası Berlin Film Festivali’nde büyük ödül olan ”Altın Ayı”yı kazanarak, Türk sinemasının yurt dışında tanınmasına öncü oldu.
- 1974’te Türkiye’de ilk defa İDGSA Film Arşivi tarafından başlatılan eğitim çalışmalarına katıldı, sinema kurslarında öğretmen olarak görev aldı.
- Metin Erksan, 1974’te Sait Faik Abasıyanık’ın ”Müthiş Bir Tren”, Kenan Hulusi’nin ”Sazlık”, Samet Ağaoğlu’nun ”Bir İntihar”, Sabahattin Ali’nin ”Hanende Melek” ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ”Geçmiş Zaman Elbiseleri” adlı öykülerini, TRT kurumu adına ”Beş Türk Hikayesi” ismiyle yönetti.
- 1981’de TRT adına sinema alanındaki son çalışması olan ”Preveze’den Önce” adlı diziyi gerçekleştirdi.
- Çeşitli dergi ve gazetelerde yazılar yazan Erksan’ın çalışmaları özellikle yurt dışında büyük ilgi gördü. Birçok festivalde çeşitli ödüller kazanan Erksan adına toplu gösteriler, film haftaları düzenlendi.
- Sinemayı bıraktıktan sonra Mimar Sinan Üniversitesi, Sinema- Televizyon Bölümü’nde Sinema Kuramı üzerine ders vermeye başladı.
- Erksan’a, 1997’de Mimar Sinan Üniversitesi Senatosu kararı ile ”Onursal Profesörlük” unvanı verildi.
Türk sinemasının önemli yapıtlarına imza atan ünlü yönetmen Metin Erksan, rahatsızlığı dolayısıyla tedavi gördüğü İstanbul’da 04 Ağustos 2012, Cumartesi günü hayatını kaybetti…
Metin Erksan Sineması
Erksan, çektiği filmler ile gündeme geldiği gibi Türkiye’de sinemanın nasıl olması gerektiğine dair tartışmalar yürütülürken; belirli bir alana angaje oluşuyla ve bu tartışmalara kuramsal ölçüde destek vermesiyle de adından söz ettirir. Sansüre uğrayan filmleri, verdiği demeçler, tartışmalarda takındığı sert tavır ve yenilikçi tarzıyla sinemanın gelişimine yön verdiğini de söylemek mümkün. Kökeni İtalyan Yeni Gerçekçiliğine dayanan toplumsal gerçekçi sinema akımının ilk örneklerini vermekle birlikte ilerleyen yıllarda başlayacak olan devrimci sinema- ulusal/halk sineması tartışmalarında, yerli unsurları barındıran ve militan olmayan bir sinema anlayışını savunmuştur.
Türkiye’deki düzenin kapitalizm değil halkçılık olduğu görüşünden hareketle halk için ve halkın duygularına, duyumlarına hitap edecek bir sinemanın başarılı olacağını desteklemiştir. Türkiye’de sinemanın seyirlik bir eğlence olarak görüldüğü ısmarlama filmlerin yapıldığı dönemde “Yeşilçam yüzeyselliğinden” kaçınarak Atıf Yılmaz ile birlikte farklı bir tarza sahip olmuş sinemada yeni bir çağ açmıştır. Auter yönetmen diyebileceğimiz kategoriye ait olmaktadır Metin Erksan. Auter yönetmenler, sinemanın bir dil olduğunu kabul ederler.Sinema onlar için entelektüel bir araç, bir çeşit halka sesleniştir. Auteur yönetmenlere göre sinemanın anlatım gücünün bir romandan aşağı kalır yanı yoktur.
Filmlerinde eleştirel çizgisinden kopmadan, ekonomik yapı, sosyal yaşam gibi konuları işlerken eleştirelliğini de sert bir biçimde kullanmıştır. Bu kullanış esnasında geleneksellik ve modernizmle bir karışım uygulayark özgün ve gerçekçi bir yaklaşım elde etmiştir. Elde ettiği yaklaşım ile ortaya koyduğu ürünler kendi düşüncesinin ete kemiğe bürünmüş halidir. Erksan’ın filmleri klasik anlatı yapısındaki filmlerde olduğu gibi iyilerin kazandığı kötülerin kaybettiği bir dünya üzerine kurulu değildir. Gerçekçi bir dünya yaratır ve sonunu da asla masalsı bitirmez.
Metin Erksan filmlerinde salt iyi salt kötünün ayrımı yapılamaz. Izleyicinin karakterler tarafından olaya baktığında haklılık payı çıkarmasını sunar. Erksan’ın filmlerinde toplumsal alak ve değer yargıları iç içe işlenmiştir. Ayrıca, Erksan filmlerinde kara sevda, tutku, melankoli, yalnızlık, saplantı olgularına da rastlamak mümkün.
Mülkiyet kavramına da sıklıkla değinen Erksan mülkiyete sahip olduğunu belirten ve onu sahiplenen üzerinden anlatımını gerçekleştirmeye çalışır. Mülkiyetin insanoğlunu diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerden biri olmasından kaynaklı olarak, insanın mal, mülk, para, sevgi ve sahip olma arzusu hiçbir zaman yok olmaz. Erksan da bu konu üzerinde durarak insanı zaaflerın yarattığı algı üzerinden anlatımını gerçekleştirir. Mülkiyet aynı zamanda sınıfsal bir kavramı da temsil eder. Mülkiyet kavramında yaşanan tartışma zengin fakir çatışmasıyla da örtüştürülebilir.
Susuz Yaz ve Bir Garip Hikayesi
Necati Cumalı’nın aynı isimli eserinden uyarlanan film, Ege’nin kurak topraklarındaki köylerden birinde geçer. Su sıkıntısı çeken köy halkı, yaşayabilmek için suya, su içinse su kaynaklarını arazisinde bulunduran Osman ve Hasan isimli kardeşlere muhtaçtırlar. Ağabey Hasan her zaman açgözlü ve hırslı olan taraf olmuştur. Köylülerin yakarışlarına rağmen bir damla su vermeyi kabul etmez. Haliyle işler fazlasıyla değişir. Iyi yürekli Osman ise ağabeyinin zıttıdır. Bu genç adam ağabeyinin hırsı ve hataları nedeniyle hapishaneye dahi düşecek, aile yapısı yerle bir olacaktır. Susuz Yaz, içerisinde barındırdığı kuvvetli siyasi taşlamaları ile politik sinemamızın az sayıdaki örneğinden biridir. Ülkemizde uzunca süre gösterimi yaaklanan yapıt Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödülünü kazanarak olağanüstü bir başarı göstermiştir.
Metin Erksan ve filmin ortak yapımcısı ve başrol oyuncusu Ulvi Doğan Susuz Yaz filmini Berlin Film Festivali’ne göndermek istediklerinde Turizm ve Tanıtım Bakanlığı Tanıtma Dairesi ve Dışişleri Bakanlığı yetkililerinin de katıldığı bir inceleme sonucunda filmin Türkiye’yi temsil edemeyeceğine karar veriliyor. Buna rağmen Ulvi Doğan filmin bir kopyasını yurtdışına kaçırması sonucu film, Berlin Film Festivali’nde en iyi film anlamına gelen “Altın Ayı” ödülünü alıyor. Bu ödülü Susuz Yaz filminin almış olması Berlin’de büyük bir sürpriz olarak görülüyor.
Ödülün ardından Turizm ve Tanıtım Bakanlığı, Türkiye’de bir tören düzenliyor ve Susuz Yaz’ı “başarıya susayan Türk filmciliği için tertemiz, pırıl pırıl kaynak” olarak nitelendiriyor. Film ancak başarısını kanıtladıktan sonra Türkiye’de gösterime girebiliyor ve oyuncuları ve yönetmeni ödüllendiriliyor. Film evrensel bir film olarak değerlendirilmek yerine, tek millet tek devlet söylemlerinin bir aracı haline getiriliyor. Filmin ne anlatmak istediğinden çok ne kazandrdığına odaklanılıyor. Metin Erksan ödül alındıktan sonra Türkiye’de filme yönelik yaklaşımın değişimini şöyle ifade ediyor:” Devlet ve Türk sineması ilişkileri Susuz Yaz’dan sonra gündeme geldi. Ikinci kez sansür sorunu gündeme geldi.”
Ulvi Doğan filmi bir süre daha yurtdışında festivallerde gösterdikten sonra Türkiye’ye dönüyor ve filmi yurtdışına kaçırmak zorunda kaldığı hikayeyi Türk kamuoyuna açıklıyor. Bunun ardından tekrar Susuz Yaz filmini karalama kampanyaları başlıyor. Tarık Dursun, Susuz Yaz’ın aslında ödülü hak etmediğini, ödülü Doğan’ın kulis faaliyetleri ve filmin festivallerde gösterilmesinin yasaklanmasının Berlin’de yarattığı tepki sayesinde kazandığını ifade ediyor.
Ulvi Doğan hakkında döviz kaçakçılığı iddiasıyla dava açılıyor ve Doğan, Susuz Yaz’ı yasadışı olarak yurtdışına çıkarıp satmak ve elde ettiği geliri yurda getirmemekle suçlanıyor. Doğan beraat ettikten sonra filmi ABD’de göstermek istiyor. Altyazıları hazırlaması için başvurduğu yönetmen David Durston, filmin Amerikalılar tarafından yavan bulunacağını düşünmesinden dolayı filme sevişme sahneleri eklenip adı “Yansımalar” olarak değiştiriliyor. Film ABD’li izleyiciler tarafından tutulmuyor.
Metin Erksan filmin ardından Türkiye’de suların mülkiyetini değiştiren bir kanundan bahsediyor:” filmi çektiğim zaman su kaynakları hariç bütün sular devletindi. Yalnız kaynaklar kimin tapulu arazisinden çıkıyorsa ona aitti. Ama filmden sonra kanun çıktı, kaynaklar devlete geçti. Dünyada acaba kaç film kanun çıkarmıştır?”
Sevmek Zamanı
Pek çok yazarın Metin Erksan’ın “en kişisel, en özel” filmlerinden biri olarak nitelediği Sevmek Zamanı, Boyacı Halil ve Meral karakteri arasındaki aşkı, çok farklı bir boyutta ele almaktadır. Filmde boyacılık yapan Halil, adadaki bir evde boyacılık yaptığı sırada duvarda gördüğü bir kadının fotoğrafına aşık olur ve boş zamanlarını o fotoğrafa bakarak geçirir. Bir gün Meral’in arkadaşlarıyla birlikte eve gelmesiyle Meral ile karşılaşır ve böylece aşık olduğu suret ile somut bir karşılaşma yaşar. Bu karşılaşma sonunda Meral’in de sevgi beslediği Halil arasında inişli çıkışlı bir iletişim süreci başlar. Yaşanan olumsuzluklar sonucunda zengin nişanlısıyla evlenme sürecine giren Meral, düğün günü gelinliğiyle kaçarak, Meral’in fotoğrafı ve gelinlik giymiş bir cansız manken ile gölde kürek çekmekte olan Halil’in yanına gelir. İzleyici bu masum ilişkinin kurtulduğunu düşünürken Meral’i takip eden nişanlısı tarafından ikisi de vurulur.
“Türk Sinemasının sansürlü yönetmeni” olarak adlandırılan Erksan, filmi 60’ların sansür ortamında çeşitli güçlüklerle çeker ve hiç asistan kullanmaz; film ekibinin oyuncular haricinde 5 kişi olduğu belirtilirken, sette bir gün set işçisi diğer gün de kamera asistanı yönetmene yardımcı olur. Senaryosunu kendisinin yazdığı filmde, kimi filmlerden çalıntı sahneler içerdiği suçlamalarıyla da karşılaşan Erksan, Türk Sinemasındaki en ilginç yapımlardan birine imza atmıştır. Teknik olanaksızlara rağmen içinde sağlam bir görüntü çalışması yer alan “Sevmek Zamanı” filmi, minimalist çerçevede değerlendirilebilecek, asıl konusu olan “surete aşık olmak” meselesi üzerine yoğunlaşan bir yapım. Az sayıdaki diyaloglarla da bu durum film içerisinde tekrarlanıp durur. Tasavvuf edebiyatında da sıkça kullanılan surete aşık olma konusu, aslı ve sureti konularının ana parçaları içerisinde hayat bulur.
Yönetmenin Diğer Önemli Filmlerinden Bazıları:
- Şoför Nebahat (1950)
- Yılanların Öcü (1962)
- Acı Hayat (1962)
- Kuyu (1968)
- Şeytan (1974)
- Kadın Hamlet (1976)
Azize ADIBELLİ
Diğer blog yazılarımıza göz atmayı unutmayın!