Hayatımızdaki Katlar: The Platform
Öncelikle filmimizi kategorisel olarak inceleyelim. Cube, Exam, Snowpiercer filmlerini sevdiyseniz bu filmi de sevme olasılığınız yüksek. Çünkü The Platform da bu filmler gibi bir tek mekan filmi.
The Platform daha ilk başından farklı bir film olduğunu hissetiriyor. Her katında 2 tane mahkum bulunan bir hapishanede geçiyor. Her ay düzenli olarak rastgele mahkumlar gözlerini farklı katlarda açıyor.
Sistem her gün titizlikle hazırlanan yemeklerin platform aracılığıyla her katta belirli süre durarak aşağı doğru ilerlemesi ile işliyor. Fakat bir kural var; yemek sadece katta durduğu belli süre içerisinde yiyebilirler. Aksi takdirde mahkumlar sıcaklık ya da soğukluk ile cezalandırılacaklardır.
The Platform da anlatılmak istenilen haraketler ve imgeler ile çok güzel tasvir edilmiş, akıcı bir film. Bunun yanında gerilim öğeleri, +18 ve kanlı vahşet sahnelerinin çok çarpıcı olduğu konusunda uyarmak istiyorum. Fakat izlemenizi önereceğim anlamlı bir filmdir.
Şimdi de SPOILER içeren inceleme bölümüne geçelim.
Film bir çok metaforu içerisinde barındırıyor. Delik sisteminin dünyamıza benzemesi, baş aşçının her şeyi kusursuz bir titizlikle ayarlamasıyla yaratıcıya benzetilmesi, bir yemeğin içerisinden çıkan kıl yüzünden yanına çağırdığı 4 aşçının meleklerini, Platform üzerindeki sofranın allahın nimetlerini, çocuğunu aramak için aşağıya doğru inen kadının Meryem’i, çocuğunun Hz İsa‘yı, katların birinde karşılaşılan bilge adamın peygamberi tasvir ettiği düşünülmektedir.
Filmi anlamlı kılan sistem bir platform sistemi. Halat yada farklı bir mekanizma yok, sanki allahın bir lütfu gibi yukarıdan iniyor. Bu filmin tamamını kaplayan bir mantık hatası olmasa gerek.
Öte yandan Filmde 333 kat olduğunu biliyoruz. Yaşlı adam Gorenge bir sahnede aşağıya atlamasını, yüksekliğin sadece 6 metre olduğunu söylüyor. Bu uzunluk dünyadaki en uzun yapının 2 katından fazla. Böyle bir hapisanenin yer yüzeyine inşa edilmesi imkansıza yakın bir ihtimal.
Platform katlardayken alınan en küçük parça bile hücredeki havalandırma sistemi ile mahkumları cezalandırmak için devreye giriyor. Goren bu sahnede sonradan yemek için yanına elma almıştı. Bu teknolojiler şuan için uzak gelecekte olabileceğini düşündüğümüz bir sistem. Zaten The Platform kategorisel olarak bilim kurgu filmi olarak geçiyor. Yani bu sistemin bir simülasyon olması kuvvetle muhtemel. Yani deliğin bir psikolojik deney olması mümkün.
Aslında en üst kattan gelen platformda herkese yetecek kadar yemek var fakat üst kattakiler aç gözlülükle kendi hakları kadar yemeyerek en alt kattakileri aç bırakıyor. Sistem içerisinde insanlar belli aralıklarla yer değiştiriyor. En aşağı katta açlık yüzünden ölmeye yaklaşan insanlar üst katlara çıktıklarında yaşadıkları sıkıntıları unutarak başkalarının hakkını yemeye devam ediyorlar, bu da empati duygumuzun köreldiğine yönelik bir gönderme olabilir.
Filmde baş karakterimizin Don Kişot kitabını seçmesi de tesadüf değil. Don Kişot sürekli olarak şövalye hikâyeleri okur ve günün birinde kendini şövalye zannetmeye başlar. Sürekli insanlara yardım etmeye çalışır fakat sürekli de yenilir. Bir sürü sonra hayalle gerçek iç içe geçer. Aynı filmde karakterin başına gelenler gibi.
Ayrıca 8 yıldır insanları deliğe alan kişinin söylediğine göre 16 yaşından küçük kimse alınmıyor fakat final sahnesinde karşımıza çıkan çocuğun küçük olması aklımızda bir soru işareti uyandırıyor. Bu konuda çocuğun 8 yaşından küçük olduğu ve delikte meydana geldiğini düşünmek daha mantıklı gibi duruyor. Fakat bu yaşına kadar nasıl hayatta kalabildiği benim için hala gizemini koruyor. Yönetmen verdiği röpartajda çocuğun onu arayan kadının çocuğu olup olmadığını bildiğini fakat bunu söylemeyeceğini belirtiyor.
Yönetmenle yapılan röportajda filmin sonunda gerçekleşenlerden sonra ne olduğu, mesajın ulaşıp ulaşmadığı sorulduğunda yönetmen,
“Bunu topluma sormalısınız. Bu hepimize bağlı. Bu gezegene ayak basan en acınılası varlıklar olarak kalmak isteyip istemediğimize bağlı.” sözlerini söylüyor.
Yönetimin amacının ne olduğu sorusuna ise “Bu büyük bir mesele. Önemli olan her birimizin elimizdekilerle ne yaptığı. Bu bizim bulunduğumuz seviyede olur. Elbette adaletsizliği protesto etmeli ve bildirmeliyiz. Kendimizi korumaya devam edecek miyiz? Böylece başkaları yanlış yaptığında yapmamız gereken şeyi yapmaz mıyız? Daha önce söylediğim gibi bu bir toplumsal özeleştiri. Kimseye ne yapacağını söyleme konusunda yetkili değilim. Film yalnızca açığa çıkarmayı amaçlıyor, doktrinleştirmeyi ya da ders vermeyi değil. Elbette yapması gereken şeyleri yapanlar var, ama çoğumuz günü bahanelerle geçiriyoruz.” sözleriyle yanıt veriyor.
FURKAN SAZLI
Diğer blog yazılarımıza göz atmayı unutmayın!