Damgalama Kuramının Üzerinden: Guguk Kuşu Film Analizi
Damgalamanın birçok nedeni vardır. Toplum, akıl hastalığına sahip olan kişilerden korkmaktadırlar. Çünkü akıl hastalığına sahip olanlar, tam olarak ne yapacağı belli olmayan kişiler olarak algılanmaktadır. Akıl hastalığına, ruh hastalığına sahip kişilere yönelik ayrımcılık, damgalama veya dışlama toplumda yaygın olarak bulunmaktadır.
Toplum, akıl hastalığına sahip kişilere de “deli” damgası vurmaktadır. Bunun sonucunda ise ruhsal rahatsızlığa sahip olan bir birey için işler zorlaşmaktadır. Mesela akıl hastalığına sahip bir birey, tedavi görmesine rağmen yediği damgadan dolayı dışarı çıkmayı istemez. Aynı şekilde akıl hastalığına sahip insanların yakınları da bu damgalamadan ötürü davranışları kısıtlanır, katılabileceği yerler sınırlanır. Akıl hastalığına sahip olan bireyler damgalamadan ötürü kendi kimliklerini yansıtmaktan çekinirler ve izolasyon sürecine girerler. Aynı zamanda tedavi sürecinde olan bir akıl hastası bu gibi etiketlenmelerden dolayı kendilerini iyi ifade edemeyerek içlerine daha fazla kapanırlar.
Bütün damgalama konularının sinema evreninde yer aldığı gibi ruhsal hastalığa sahip bireyleri konu alan Guguk Kuşu filmi damgalamayı gözler önüne sermektedir. Film zorunlu ve isteğe bağlı olarak akıl hastanesinde kalan kişilerin davranışlarını içermektedir. Zorunlu olarak kalan hastalardan biri de McMurphy’dir. Kendisi suçu nedeniyle cezaevinden kaçabilmek için deli rolüne bürünerek az güvenlikli bir hastaneye geçişini yaptırmıştır. Hastaneye geçişini yaptıktan sonra ise aslında oradaki grupla sosyal kimliğini oluşturarak toplum onu damgalamıştır ve hemşire ratched’in davranışları bu yönde değişmiştir.
Hastanede her şey düzenli ve kontrol altındadır. Hastanenin hemşiresi ise hastalar üzerinde katı otoriter bir tavır sergileyerek hastaların gelişimi üzerinde ne yazık ki olumsuz etkiler bırakmaktadır. Hastane yapısında her hasta aynı tutulmaktadır. Yani hastaların hepsine aynı muamele gösteriliyor ve kişilere özel ilaç yerine herkese genel geçer ilaçlar veriliyordur. Bu da aslında hastaların tedavi süreçlerinin iyiye sonuçlanmamasına neden olmaktadır. Çünkü hastaneye gelen herkes “deli” damgası yiyerek onları istedikleri şekilde disipline etme çabaları vardır.
Filmde Şef adındaki karakter Kızılderili’dir. Hastanede kendisini dilsiz ve sağır olarak göstermiştir. Sessiz, içine kapanık aşırı yavaş hareket eden bir bireydir. Filmden anladığım kadarıyla bu durumun Kızılderili olmasıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Çünkü babası da Kızılderili olmasından dolayı öldürülmüştür. Şef ise bu durumdan etkilenip kendisini topluma karşı soyutlamıştır ve hatta gönüllü olarak hastanede kalmaktadır. Daha önce de bahsettiğim gibi hastanede bireylere özel bir muamele iyileştirme kullanılmamaktadır. Çünkü oradaki insanların “deli” oldukları düşünülerek yapmaları gereken tek şeyin onları zorla hizada olacak bir şekilde toplumdan uzak tutmaktır. Oysaki bireylere özel bir iyileştirme seansları olsa belki de Şef kendisini bu şekilde soyutlamaz ve kendi benliğini rahatça sergileyebilirdi.
McMurphy hastaneye geldiğinde ilk iletişime geçtiği kişi Şef olmuştur. McMurphy basket sahasında Şef’le iletişime geçmeye çalışmıştır ve basketbol oynamasını göstermiştir. Ancak o sırada onları denetleyen hemşire “kendisi dilsiz ve sağır” gibisinden bir şey söyleyerek aslında Şef’e basketbol öğretmesinin bir anlamı olmadığını zaten öğrenemeyeceğini ima etmektedir. Yani Şef’i dilsiz ve sağır olduğundan dolayı dışlayıcı bir şekilde damgalamıştır. Oysa McMurphy hemşirenin dediğine herhangi bir anlam yüklemez ve Şef’e basketbolu öğretmeye devam eder. Şef’le iletişimini daha da arttıran McMurphy aslında Şef’in dilsiz ve sağır olmadığını öğrenir ve yakın arkadaş olurlar.
Filmde içerisinde yapılan terapilerden gördüğümüz kadarıyla hastaların iyiye gitmesinden ziyade durumlarının ya yerinde saydığı ya da daha ilerlediğini görebiliriz. Mesela Billy karakteri de çekingen, kekeme bir karakterdir. Seans esnalarında kendisini çok zor ifade etmektedir. Ancak hastanenin hemşiresi danışma esnalarında sorduğu sorularla Billy’in az da olsa kendisine bir güveni varsa onu yerle bir ediyordu. Hemşire sürekli Billy’in anlattığı şeyleri Billy’in annesine söyleyeceğini ya da anlattıklarının yalan olup aslında annesinden öyle bir şeyler öğrenmediğini söylemektedir. Bir sahnede de McMurphy’in kız arkadaşı hastaneye gelmiştir ve Billy ile ilişki yaşamıştır. Ancak bu durumu yakalayan baş hemşire Billy’i tehdit edercesine bu olanları annesine anlatacağını söyledi. Aslında Billy olanları başta anlatırken gayet akıcı bir şekilde konuşur ta ki hemşire annesinden bahsedene kadar. Hemşire burada kendi toplumsal grubu için alışılmışın dışında olan bir durumla karşılaşmıştır bu yüzden de dışlayıcı, damgalayıcı, sert bir tavır sergilemiştir Billy’e. Yani sosyal temsil kuramını da burada görebiliriz. Sonrasında ise Billy’i kontrol altında tutmak için odaya kapattıklarında kendisini öldürmüştür. Buradan da insanlara deli damgası vurmanın, onları topluma kazandırmak yerine yapılan tekniklerle baskı altında tutmanın hayati sonuçlarını rahat bir şekilde görebiliyoruz.
Akıl hastanesindeki birçok hasta dışarıda ve hastanede yedikleri “deli” damgasından dolayı benliklerinin oluşmasında sorunlar yaşamaktadırlar, kendilerini ifade edememekte ve içlerine kapanmış durumdalar. Birey bilinçli olarak, yani damgalama yüzünden kendi içine kapandığından dolayı genelde sessiz kalmaktadır. Filmde hemşireler aksi bir durumla karşılaşılacak olurlarsa da hastalara elektrik vererek onları kontrol almaktadırlar. Mesela Charlie normalde sessiz ve korkak bir karakterdir, ancak McMurphy’den etkilenerek sigaralarını hemşireden geri ister. Düşüncelerini sesli bir şekilde dile getiren Cheswick, hemşire tarafından reddedilir ve bu yüzden de bağırmaya başlar. Ancak bunun sonunda Cheswick ve McMurphy elektrik odasına götürülerek etkisiz hale getirilir. “Akıl hastası / deliler” diye damgalanan bu insanların davranışlarından korkularak etkisiz hale zararsız hale getirirler ve bunun çözüm olduğunu düşünürler.
Hastanede gönüllü olarak bulunan hastalar aslında istedikleri zaman hastaneyi terk edebilirler ya da aynı şekilde tedavi sürecini tamamlayanlar da çıkabilir. Ancak oradaki insanlar “deli” damgası yediklerinden dolayı dışarıya çıkmak istemiyorlar. Aslında her ne kadar benlik oluşumu o hastanede zor olsa da kendilerine benzeyen insanlarla bir arada olmak onlara daha az korkutucu geliyor. Bu nedenle dışarı çıkmayı reddetmektedirler. McMurphy, başlarda hastanede olan herkesin zorunlu olarak orada durduğunu sanır. Daha sonralarda ise arkadaşlarının gönüllü olarak orada kaldıklarını öğrenince deliye döner ve şöyle bir cümle kurar onlara: “Kendinizi ne sanıyorsunuz, Tanrı aşkına, deli falan mı? Pekâlâ, değilsiniz! Değilsiniz! Sokaklarda dolaşan ortalama bir pislikten daha çılgın değilsin.” Ayrıca buradaki hastalara da sürekli “deli” damgası vurmak bir süre sonra Becker’ın da etiketleme teorisinde dediği gibi bireyin o kimliğe bürünmesini sağlıyordur.
Aynı zamanda anlatıldığı üzere burada da Kalıtımsallık ve görünürlük özelliklerinden dolayı damga yemiş bir grup insanı görmekteyiz. Hastalardan bazılarının isteyerek hastanede bulunması nedeniyle kendilerini belli bir sosyal kimliğe de bürümüşlerdir. Bunun sonucunda ise toplum onları farklı, dışarıdaki toplum şeklinde görerek etiketlemeyi daha kolay yapmaktadır. Direkt etiketleme teorisi olarak da akıl hastalığına sahip kişiler de toplum tarafından anormal ve sapkın olarak dışlanmaktadır.
Guguk Kuşu filmi, akıl hastalarının “deli” damgasıyla etiketlendiğini ve bunun nasıl sonuçları olduğunu gösteren önemli bir yapıttır. Film boyuncu gerek senaryo gerekse de oyuncular, çeşitli duygu ve düşüncelere yer vererek etiketlenmenin insanlar/akıl hastaları üzerinde ne denli etkisi olduğunu iyi şekilde anlatmıştır.
Büşra KURŞUN
İlginizi Çekebilir: