Boğa Boğa Film İncelemesi
Türkiye’de en yaygın platformların başında gelen Netflix’te vizyona girmesiyle birlikte en çok izlenen filmler arasında 1 numara olarak öne çıkan Onur Saylak imzalı Boğa Boğa filmini çıkar çıkmaz izledim. Şahsiyet ve Uysallar gibi dizilerinin yanı sıra Daha, Müslüm filmi gibi yapımların senaryosunu üstlenen Hakan Günday, yine kendine özgün senaryo biçimiyle Boğa Boğa filmiyle karşımıza çıkıyor. Boğa Boğa Film İncelemesi yazıma kısa bir özetle başlıyorum.
Filmi kısaca özetleyecek olursak, yeniden huzura kavuşmak için İstanbul’dan Ege’de bir köye yerleşen bir çiftin hikayesini konu ediniyor. Ancak başrolümüz Yalın karakterinin geçmişte yapmış olduğu ‘büyük vurgun’ sebebiyle birçok insanın evinden yurdundan olduğunu, mağdur olan bu insanların bu çiftin gittikleri köyde de peşlerini bırakmayacaklarını ve gelişen olaylar silsilesini izliyoruz.
Filmi ilk olarak senaryo bakımından ele almak istiyorum.
Hakan Günday, gerçekten toplumun ahlak biçimini, iletişim kavramına yapmış olduğu ‘eleştirel’ bakış açısını, diğer senaristlere göre biraz daha farklı ele alıyor. Oyuncu kadrosunun zengin olduğu ‘Uysallar’ dizisini inceleme fırsatı bulmuş birisi olarak, kişinin kendisini keşfedişi ve bu kişinin alışılagelmiş toplum biçimine nasıl ayak uydurabileceğini merakla izlemiş ve film diline göre baz aldığımızda çok başarılı bulmuştum. Hakan Günday, Daha filminde yine bu dizinin yönetmenliğini yapan Onur Saylak ile birlikte çalışmıştı. Ancak o filmde, ‘Boğa Boğa‘ filmine göre daha iyi bir uyum yakaladıklarını belirtmek istiyorum.
Neden?
‘Daha’ filminde senaryo ile sinematografinin birleşimi sonucunda ortaya çıkan eserde, anlatılmak istenen mesaj çok daha iyi ve açık bir şekilde seyirciye sunulabiliyordu. Bunları metafor olarak da sinemanın ögeleriyle yansıtıyordu yönetmen ve senaristimiz. ‘Boğa Boğa‘ filmine baktığımız zaman ise bunun biraz daha zor olduğunu söyleyebilirim. Yine de bu filmde birçok kavramın eleştirisini yaratılan durumlarla ele alabiliyoruz. Bu sayede bir şeyleri sorgulayabileceğimiz anlar yaratılıyor.
Ben hep bir film izlerken, arkadaşlarıma herhangi bir filmde gördüğümüz bir sahnenin boşuna olmadığını, senaryo gereği bir uyumun ortaya çıkardığı sekanslar olduğunu söylerim. Nitekim sinema tarihine baktığımız zaman, kurgu biçimleri arasında ‘Kuleshov tekniği’ sadece görsellerle hikaye anlatmaya çalışan bir biçimden oluşuyor. Mesela Nuri Bilge Ceylan filmlerinde de bu teknikten izleri sık sık görürüz. Bunun en güzel örneği de bence ‘Koza‘ adlı kısa filmidir. Filme tekrar dönecek olursak. Boğa Boğa filminde ben bazen, ‘bu sahne filmde neden var?’ ya da ‘bu sahneden neden birkaç defa tercih edilmiş?’ dedim. Bunlara geçiş sahneleri örnek verilebilir. (Özellikle sisli manzara sahneleri bolca var) şahsen ben senaryo gereği olduğunu pek düşünmüyorum.
Filmin süresi ilerledikçe, kendisini tekrar eden sahnelerle de karşı karşıya kalıyoruz. Mesela filmde aynı olayı 3 kere tekrar tekrar yaşıyoruz. Ve bu sahneler ana sahne dediğimiz, önem derecesi yüksek sahneler. Bu sahnelerin her biri farklı olsa, yine ilerleyişe yorar bir şey demezdim ama neredeyse aynı biçimde, aynı olayların tekrarını izliyoruz. Bu da belli bir yerden sonra izleyiciyi sıkıyor. Belki yapımcı süreyi uzun tutmak da istemiş olabilir, artık sebebini bilemeyeceğim.
Hikayeyi özetleyecek olursam, sinemanın en önemli unsurlarından birisi olan ‘merak’ unsurunu bu filmde ben pek hissedemedim. Fakat konuyu tek yönlü ele alırsak, tamamen merak unsuruna dayandırılmış bir yapıyla karşı karşıya da kalmamız ironik. Tabii bu tarz filmlerin olmazsa olmazı da bir climax (doruk nokta) anı. Beni tek şaşırtan sahne de bu sahne oldu. Ana karakterimizin eşinin yaptığı ters köşeyle attığı tirat, yeniden filme tutunmama sebep oldu. Burada beni şaşırtan durumun tirat kısmı olduğunu ve oyuncunun ustalığını konuşturabilecek sahne boşluğuna sahip olması oldu. Nitekim fiziki anlamda da Funda Eryiğit, boşlukları da çok iyi dolduruyor. Buradan son sahneye geçiyoruz ve burada bizi bir sürpriz daha bekliyor. Açıkçası filmin tüm mesajı sadece bir sahneyle özetlenmiş. Bu tarz ‘arthouse’ filmlerde genelde ‘durum’ sahnelere yayılır.
Sonuç olarak da filmdeki sadece final sahnesini hatırlamayız, sahne sahne, hatırımıza gelir. Sadece bu açıdan ele aldığımız zaman filmin aslında değerlendirmesi de kısaca yapılabilir. Yazımın başında senarist-yönetmen uyumundan bahsetmiştim. Bu filmde sanki iki farklı kafa yapısı, iki ayrı film çekmiş gibi hissettim. Durumun özeti bu şekilde aslında. Bu filmi herkese tavsiye edemeyeceğim. Oyunculukların yeteri kadar derin, karaktere dökümü olarak fazla iyi olduğunu düşünmüyorum. Ancak Funda Eryiğit’in tirat sahnesinin filmdeki en başarılı karakter aktarımı olan sahne olduğunu tekrar vurgulamak isterim.
Başrolümüz Kıvanç Tatlıtuğ’a değinemeden de geçemeyeceğim. Yalın karakterinin kişilik özelliklerini, senaryo gereği ‘kısıtlı karakter derinliği’ olmasına rağmen elinden geldiğince yansıtmaya çalışmış. Bunda da başarılı olduğu fikrindeyim. Bazı sahnelerde girmiş olduğu ruh hali bana çok geçmese de bunun nedeninin senaryo sebepli olduğunu tekrar hatırlatmak isterim. Ancak totale baktığımızda karakterin mahcubiyet durumu, çaresizliği, arayışı ve psikolojik buhranını bazen göz oyunlarıyla, bazen ufak bir mimikle başarılı bir şekilde aktarıyor.
Sonuç olarak; Boğa Boğa filmi çok daha güzel işlere imza atılabilecek bir film olacakken, sanki bir kısmı büyük bir heyecanla yazılmış, sonrasında bu ilk heyecanın geçmesinden uzun bir süre sonra tekrar ele alınmış hissi veren bir film gibi olmuş hissi verdi bana. Boğa Boğa Film incelemesi yazımın sonuna geldiniz, umarım keyifle okumuşsunuzdur.
İlginizi Çekebilir: