Arka Bahçede Neler Oluyor?
Plansız programsız yola çıkınca daha ilginç deneyimler yaşıyor insan. Amacım İstanbul’dan fazla uzaklaşmadan Karadeniz kıyısındaki sahil kasabalarından birine gitmek ve orada bir gece geçirmekti. Kasabaya vardığımda Google Maps üzerinde konumumu kontrol ederken sahilden devam eden bir dağ yolu gördüm. Sahilden devam ediyor ve yol üzerinde de birkaç koy barındırıyordu. Belki birine inebilirim ve orada kalırım diyerek köyde durmadan yolu takip ettim. Planım koylar uygun değilse geri dönmek ve köy civarında sahilde kalmaktı. Yalnız bu hafta sonu kaçamağı ilginç bir gezi deneyimi ile sonuçlandı. Ve yine birçok şeyi sorgulayarak döndüm şehre. Bu sefer geziden çok, bir hikaye anlatacağım.
Yol ağaçların arasından, toprak yollardan geçerek, farklı koyları gezerek ve nefis bir manzara eşliğinde başladı. Koyların çoğuna orman ve dik yamaçlar yüzünden inilemiyordu. Yine de gittikçe yol kendine çekiyor insanı işte. Bir süre sonra dağ yollarının arasında tepeden aşağıdaki manzara ile karşılaştım. Durup biraz uzaktan ne olduğunu anlamaya çalıştım. Köy desen değil, kamp alanı desen o da değil. Büyük çadırlar yerleşik görünüyordu.
Vadiden aşağı inerek koya ulaştım. Ortalıkta kimse görünmüyordu. Sahile doğru yaklaşıp park ettim. Kıyıda biraz turlayıp, burada kalabilir miyim diye düşünürken en önde görünen çadırdan biri çıkarak, denize dönük koltuklardan birine oturdu. Benimle pek ilgilenmedi. Bir şeyler atıştırıyordu. Buranın ne olduğunu merak ettiğim için yanaşarak selam verdim ve hikaye böyle başladı. Buradan sonrasını diyalog şeklinde anlatmak daha kolay olacak. (kendi tercih etmediği için fotoğraf ve isim veremiyorum.)
Ben – Selamlar, burası kamp alanı mı?
O – Sayılır.
Ben – Küçük bir köy sandım yukarıdan görünce.
O – Öyle de diyebilirsin.
Ben – Sizlere ait bir alan mı burası, çadırların hepsi yerleşik görünüyor?
O – Bize ait değil, kalıyoruz sadece, burada yaşıyoruz. Yani en azından yılın büyük bir bölümü buradayız. Sen kimsin?
Ben – Ben kamp yapacak bir yer arıyordum, sahilden yolu takip ederken tesadüfen geldim buraya.
O – Tesadüfen mi buldun? Buraya bilmeyenin yolu pek düşmez, gel otur ayakta kaldın.
Ben – Komün hayatı gibi olmuş burası, değişik geldi.
O – Aynen öyle, çadırcıyız biz ama senin gibi değil. Yerleşik kamp yapıyoruz. Birkaç yıl öncesine kadar başka yerdeydik, 3-4 yıldır buradayız.
Ben – Ortalıkta kimse görünmüyor, yaşayanlar var mı burada?
O – Var var. Sakindir burası. Akşama doğru çıkarlar insanlar dışarı, olmayanlar da akşam gelir.
Ben – Birlikte sözleşip mi geldiniz buraya, önceden tanıyor muydunuz birbirinizi?
O – Sözleşip gelmedik ama artık tanıyoruz birbirimizi, uzun zamandır buralardayız. Çadırlar büyüktür, en az 2 odalıdır. İçlerinde mutfağımız, sobamız falan her şeyimiz var. Tek kalan da vardır, ailesi ile yaşayan da.
Ben – Her şeyi beraber mi yapıyorsunuz, yoksa herkes kendi kafasına göre mi?
O – Herkes kafasına göre takılır, kıdemli olanlar daha çok söz sahibidir. Her türlü insan var burada ama kimse kimseye karışmaz. Bak şu çadırda bir imam kalır mesela, onunda yanında bir balıkçı var, onun ilerisinde Karadenizli bir aile yaşar. Kendi içimizde bir düzenimiz var ama yazılı değil. Herkes birbirine saygılı, iyi davranır, yardımcı olur, fazlası olan paylaşır.
Ben – Peki masraflarınızı nasıl karşılıyorsunuz?
O – Masraf derken?
Burada ben biraz aptallaştım, etrafa bakınca masraftan neyi kastettiğimi ben de çok anlamlandıramadım. Bir sessizlik oldu. Sonra ben biraz etrafı dolaşacağımı söyleyerek müsaade istedim. O da “Sen gez etrafı, rahat ol, istersen burada kalabilirsin akşam” dedi. Kafamda sorular ile 1 saat civarında turladım etrafta.
Döndüğümde hala aynı yerde oturuyor ve denizi izliyordu. Sohbetten keyif aldığım ve doğada yaşam deneyimleri ile ilgili merak ettiğim çok şey olduğu için kalmaya karar verdim. Akşam olmak üzereydi. Sabah kahvaltısı ile durduğum için karnım da oldukça acıkmıştı. Yanımda gece yemek üzere aldığım tavuk vardı. O kadar güzel sohbet ediyorduk ki, kendim bir kenarda pişirip yemek içimden gelmedi.
Ben – Ben oldukça acıktım, yanımda biraz tavuk var, birlikte yiyelim mi?
O – Ne tavuğu be abi, balık varken tavuk yenir mi? Daha sabah tuttum. Boşver tavuğu, balık yeriz. Ben biraz odun toplayıp geleyim. Sen o arada çadırını kurarsın şuraya
Ben – Dibine kurup rahatsız etmeyeyim, zorla misafir olmak istemem. Şu arkadaki çamlığın içine kurarım ben.
O – Ben rahatsız olmam, sen de zaten orada rahat edemezsin. Gece çakal iner oraya, zarar vermez ama huzursuz eder. Sen kur buraya sorun yok, keyfine bak. Ben kalabalık sevmiyorum. Kalabalık gelirsen oraya kurarsın.
Ben çadırı kurmaya koyulduğumda, o da gitti odun topladı ormandan. Gelince benim çadırı görünce biraz dalga geçti tabii. “Bunda mı kalıyorsun sen, araban çadırından büyük, sığıyor musun sen buna” diyerek bayağı güldü, ben de güldüm tabii.
Arabadan yemek faslı için eşya, erzak falan çıkarırken görünce “Çıkarma çıkarma her şey var, uğraşma hiç, sen otur takıl işte” dedi. Ateşi yaktı, balıkları pişirdi ve aşağıda gördüğünüz sofrayı kurdu. Herşey hazır olunca da “hadi” dedi sadece.
Oturduk sohbet eşliğinde birlikte yedik yemeği. Tabii ben sohbete kaldığım yerden devam etmek istiyordum.
Ben – Dostum gerçekten masraflarınızı ve ihtiyaçlarınızı nasıl hallediyorsunuz burada?
O – Herkesin iyi kötü bir düzeni var, ama burada ne masrafın olacak ki ? Akşamdan ağ at, sabah 10 kilo balık çekersin, et yemek istersen ormanda avlanırsın, her şey var. Bak şurada küçük bir bahçe yaptım kendime bir şeyler yetişiyor, e yakacak desen ormandan topla. Tabi gidip ağaç kesmiyoruz, kurumuş olanları topluyoruz. Su da dereden geliyor. Çeşmemiz var. Telefon kullanmıyorum, zaten elektrik yok burada. Çok ekstra birşey lazım olursa ailelerden bazılarının şehirde işleri var, gidip gelenlerden istiyoruz, getiriyorlar. Başka ne masrafın olacak ki?
Ben – …………..
O – Kimseye zararımız yoktur bizim, özellikle de doğaya. Aksine korur, kollarız. Bakma sen buralar eskiden çok daha güzeldi. Bu koya karacalar, geyikler inerdi. Çeşit çeşit kuşlar vardı. Sincaplar, tavşanlar olurdu. Gerçekten doğanın içinde hissederdin kendini. Ekolojik denge falan kalmadı.
Ben – Neden ki, ne oldu?
O – Ne olacak abi, bak yukarıda koyun, ilerisinde kesim arazisi var. Git de gör nasıl kestiler bütün ormanı. Hepsi gitti hayvanların kaçtılar, öldüler falan işte. Önce kesiyorlar, sonra burada ağaç yok deyip imara açıyorlar.
Ben – Yasa dışı mı bu kesim?
O – Yok yahu yasa dışı olur mu? Her şey yasal işte, yersen… Öbür tarafta da taş ocağı var, kaç dönüm orman gitti, tamam o da lazım belki, yapılsın ama bitti işte doğa. Yarın şu yoldan git, görürsün taş ocağını. Burada sürekli yaşayınca daha iyi anlıyorsun her şeyin nasıl değiştiğini , nasıl yok olduğunu… Yakında bizi de kovarlar buradan.
Ben – Valla usta ne diyeceğimi bilemedim…
O – Bak bu sahil eskiden böyle taşlık değildi kumdu, çadırların önüne kadar gelirdi, plaj gibiydi.
Ben – Nasıl yani? E ona ne oldu?
O – Şu açıktaki tankerleri görüyor musun? Bu gördüklerin için konuşmuyorum tabii ama bunlara gibi tankerler kum çekiyorlar denizden. Onlar çektikçe kumlar da çekiliyor sahillerden. Yasa dışı bu iş. Kumu çekip satıyorlar. Bazen bu tepelerde büyük antenli araçlar durur, belki denk gelirsin. Onlar gözetleme için. Sahil güvenlik vs.. Kum çekildiğini farkedince tankerleri uyarırlar. Onlar da uzaklaşır.
Bu kadar şeyi üst üste duyunca tabii etkilenmemek elde değil. Her şeyin gözünüzün önünde yok olduğunu görmek biraz garip oluyor. Nereye dokunsan elinde kalıyor yani.
Ben – Peki buraya hafta sonu kampa, pikniğe gelen oluyor mu?
O – İşte o da ayrı konu, bazen diyorum müstehak bize her şey. Çok düzgün insanlar da geliyor. Offroad yapanlar gelir, bisikletçiler gelir, kampçılar gelir. Haftasonları süper muhabbet olur burada. Yalnız işte bir de iki ayaklı hayvanlarımız var. Biz burada her Pazar akşamı elimize poşetler çöp toplamaya çıkarız. Burası bizim evimiz gibi ama herkese kapımız açık, sonuçta halka açık bir sahil, gelenlerle tartışıp huzur kaçırmak da istemiyoruz. O yüzden kendimiz temizliyoruz. Yalnız dozu aşan olursa kovduğumuz da oldu. İnsan gibi tadını çıkarmayacaksa gelmesin.
Bu arada hava kararmaya başladı ve diğer çadır sahipleri gelmeye başladı. Haraket geldi ortama. Gece dalmaya çıkanlar oldu, balık tutanlar gelip ikram ettiler. Çaya davet edenler oldu, ava çıkarken çağıranlar oldu. Her geçen samimiyetle gülümseyerek “hoşgeldin” dedi bana. İlerleyen saatlerde bir aile gelip bir küp şarap getirdi. Evet, gerçekten küple getirdi. Sarap eşliğinde denizin kıyısında, dolunayın altında arkamızda orman sabaha kadar sohbet ettik.
Heralde 03:00 ‘ü geçmişti saat yatarken. Ben yatayım, yarın erken yola çıkacağım dediğimde “Gerçekten o çadırda mı yatacaksın, ufacık o ya, gel içeride oda var, rahat yat” dedi. Teşekkür ederek gidip çadırımda yattım. “Yerimi yadırgarım ben” dedim, güldük : )
Çadıra gidince uyumadan önce tüm günü düşündüm. Tamamen şans eseri düştüğüm bir yerde yaşadıklarıma, gördüklerime ve öğrendiklerime bak. Sanki buraya daha önce defalarca gelmiş ve eski bir dostu ziyaret etmiş gibi hissediyordum. Şehir hayatında birine selam vermeye bile tereddüt ederken, hiç tanımadığım birinin evine konuk oldum ve harika ağırlandım. Yeni insanlarla tanıştım, yeni dostlar edindim.
Ertesi gün ben giderken o çoktan kalkmıştı. Yola çıkmadan önce her şey için bir kez daha teşekkür ettim. Ben arabaya binerken şöyle dedi:
“İstediğin zaman gel ama kalabalık gelme, ben kalabalık sevmiyorum…”
Gökhan KONAŞ
Blogger, Girişimci, Gezgin