Sosyolojik Suç Kuramları Çerçevesinde: A Clockwork Orange
A Clockwork Orange ilk olarak Anthony Burgess tarafından kaleme alınmış, daha sonralarda ise filmi Stanley Kubrick tarafından sinema evrenine uyarlanmıştır. A Clockwork Orange, suç ve sapkınlığı distopik olarak gözler önüne seren önemli bir yapıttır. Ancak film, suçları bize ütopik bir dünyadan yansıtmaya çalışsa da gerçek olan dünya içindeki birçok benzerlikleri de içermektedir. Bu yazımda A Clockwork Orange filmini, daha çok sosyolojik olarak ele alıp inceleyeceğimden dolayı biraz uzun olabilir. Umarım sizin için sürükleyici bir yazı olur, detay severlere iyi okumalar.
A Clockwork Orange filmini 18 yaşındaki Alex’in bakış açısından izlemekteyiz. Filmde; Alex tamamen kendi haz duygularının peşinde olan, dürtülerini engellemeyen, toplumsal etik kurallarını hiçe sayan, zorba bir kişiliğe sahiptir. Çevreye saçtıkları korkulardan, nefretten ve zorbalıklardan beslenen şiddet bağımlısı gençlerden oluşan bir grup çetenin liderliğini Alex yapmaktadır; ancak bir süre sonra kendi hiyerarşisini koruyamadığından dolayı işler çığırından çıkar ve göz altına alınır. Daha sonrasında ise Alex, devlet tarafından suçluları topluma kazandırma amacı taşıyan bir projeye kobay olarak kullanılır.
İlk olarak Alex’i kendi dünyasından ele alıp suçla olan ilişkisini biraz açıklamak istiyorum. Filmin başlarında Alex ve çetesi sokaktaki yaşlı bir adama işkence yaparlarken şu sözleri kullanmaktadır: “Kokuşmuş bir dünya, çünkü artık kanun ve düzen kalmadı. Kokuşmuş çünkü sizin gibilerin yaşlılara saldırmasına izin veriliyor”. Bu sözlerle Alex her ne kadar düzen ve kanunun olmadığından bahsetse de bana göre bazı şeyler etik kurallar çerçevesinde oluşmaktadır. İyi ve kötü, yapılmalı veya yapılmamalı… Fakat neye ve kime göre? İşte tam bu noktada aslında toplumsal değerler, normlar devreye girmektedir. Ama görüyoruz ki toplumdan tamamen uzak, kendi hiyerarşisini kuran, cinsel dürtülerinin peşinden koşmaktan haz alan Alex; bahsettiğimiz toplumsal değerlerden tamamen uzak antisosyal bir kişiliğe sahiptir.
Peki Alex neden mi böyle? Bana göre bunun birçok nedeni olabilir. İçsel haz dünyası, aile içerisindeki bağlar, yaşanılan sosyokültürel ortam, çocuklukta yaşanmış olan kötü bir olay gibi şeyler söylenebilir. Fakat ben daha çok filmde iki noktayla karşı karşıya kaldım. Bunlardan biri Alex’in aile durumu, diğeriyse Alex’in kendi haz dünyası. İşte tam da bu iki noktada postmodern dönem suç kuramı ve yeni sağ gerçeklik yaklaşımıyla karşı karşıya gelmekteyiz.
Yeni sağcılara göre birey, aile veya kurum tarafından yeteri kadar denetlenmezse suç ve sapkınlık yollarına başvurur. Filmi de bu yaklaşımdan ele alarak Alex’in aile yapısından bahsetmek istiyorum. Alex başına buyruk hareket ederken aile içerisindeki iletişimin de çok fazla sağlam olmadığını kolaylıkla görebiliriz. Alex’in ortaya çıkardığı sorunlar aile tarafından artık kabullenebilir hale gelmiş, hasta olarak kabul edilmiş ve bu kabulleniş nedeniyle aile kendi çocuklarıyla ilgilenmemiştir. Alex, cezaevine girdiğinde onunla iletişime geçmemişler, yıllar sonra rehabilite edilip eve geri döndüğünde ise artık onun yerine başka bir genci kendi çocukları gibi sevmişlerdir. Bunlardan yola çıkarak yeni sağcıların söyleyişiyle; bireyde, yetersiz denetleme sonucunda suç/sapkınlık oluşmuştur.
Tabi filmin ilerleyen yerlerinde Alex’in rehabilite edilme biçimiyle yeni sol gerçekçileri arasında çok git gel yaşadım. Filmde aslında suçluları rehabilite ederek topluma yeniden kazandırma hedefi güdülmektedir. Yeni sağcıların hedefi de budur. Fakat bana göre yapılan rehabilite sistemi çok yanlış. Yapılan tedavide bireyin düşünceleri ve dürtüleri değişmedi, sadece onları işleve sokması engellendi. Çünkü Alex, her ne kadar davranışsal olarak suç işleyemese de düşünce olarak her türlü dürtüyle eğleniyordu. Aslında o kötülüğü yok edici bir şekilde tedavi edilmemişti. Seçim şansı elinden alınan bir makineye dönüşmüştü. Ve zaten filmin sonunda Alex’in tedaviden bir şekilde kurtulduğuna, eski haline döndüğüne şahit oluyoruz. Buradan da bu tedavinin çok sağlıklı sonuçlar meydana getirmediğini görüyoruz. Yeni sol gerçekçiler de daha hümanist bir yaklaşımla, suç işleyenin rehabilite edilerek topluma yeniden kazandırılmasını savunmaktadırlar. Fakat böyle bir tedaviyle bunu yapmak istiyor olsalar da bunun iyi bir yol olmadığını filmin sonunda görmüş olduk.
Postmodern suç kuramı, bireyin işlediği suçların sosyolojik arka plan faktörlerden ziyade suçun duyguları, iç güdüleri, heyecan yüklü tutkuları ve haz arayışını/hisleri öne çıkaran boyutlara odaklanmaktadır. Bu noktada ise filmde Alex’in işlemiş olduğu suçun nedenleriyle karşılaşmaktayız. Alex işlediği suçların hiçbirinden pişman değildir; kaostan hoşlanmakta, hazsal dürtülerini engellememektedir. Yaptığı her işi büyük bir zevkle yapmaktadır.
Alex için önemli olan iyi/kötü veya suç işlemiş olması değildir, onun için önemli olan yakalanıp yakalanmamaktır. Yaptığı her suç için bir kılıf bulmakta ve iki yüzlüce davranmaktadır. Ama aslında dışardan kendini iyi gösterip savunurken, iç dünyasında aynı kaosu beslemeye devam etmektedir.
Sonuç olarak; türkçe karşılığı ile “Otomatik Portakal” filmi, gerek sahneleriyle gerekse kostümleriyle sinema evreninde zamana karşı savaşarak en iyi kült filmler arasında yerini korumaya devam etmiştir. Ayrıca eser suç ve sapkınlığı distopik bir şekilde; postmodern suç kuramı ve yeni sağ gerçekçi suç kuramı çerçevesinde iyi bir şekilde gözler önüne sermiştir diyebiliriz.
Büşra KURŞUN
Diğer İnceleme Yazımız:
Konuşabilmek: “Bir Başkadır”
İyiliğin Ne Demek Olduğunu Bilen İnsanoğluna: Otomatik Portakal