Ölüm Şairi: Cahit Sıtkı Tarancı
Ölüm yaşamın neresindedir ve insan ölmeden de ölümü anlatabilir mi? diye düşünürken “Yaş otuz beş! yolun yarısı eder. Dante gibi ortasındayız ömrün.” sözleri geldi yazarın aklına. Yani aslında ölüm Cahit Sıtkı Tarancı’nın da dediği gibi ömrün ortasında veya herhangi bir zaman diliminde karşımıza çıkabilecek bir olgudur. Tarancı, Türk şairleri arasında yer almasına rağmen tüm dünya insanları tarafından ilgiyle dinlenmiş ve yalnızlıkla, ölümle; aynı zamanda yitik aşklar ile hayatını süren insanlığa bir lider olmuştur. Zor bir hayat geçiren Cahit Sıtkı Tarancı yaşadıklarını şiirleri ile dillendirerek sıkıntılarını birer birer sanat eserlerine dönüştürmüştür. Pek çok insan Ölüm Şairi’nin sözleri ile besteler yapmış, yaşama sevincine mi yoksa ölüme mi daha yakın olduklarını anlamaya çalışmıştır.
Cahit Sıtkı Tarancı’nın insanların hayatlarına bu denli hitap etmesinin sebebi ise çocukluğundan aşk hayatına, oradan yaşama sevincine ve son olarak ölüme giden tüm faaliyetlerde hayatın içinden yazmasıdır. Şairi bu kadar ilginç ve etkili kılan ise yazıya başlarken sorduğum sorunun cevabına uygun bir yazar olmasından kaynaklanmaktadır. Ölmeden de ölümden sonrası ile ilgili şu sözleri, Ölüm Şairi lakabını almasını açıklamaktadır:
“Kabrime çiçek getirenlere gülerim;
Gafil kişilermiş şu insanlar vesselam;
Bilmezler ki bu kabirle yoktur alakam;
Ben o çiçeklerdeyim, ben o çiçeklerim.”
Cahit Sıtkı Tarancı ölüm hakkındaki sözlerinin yanı sıra sevgi ve aşk ile buluştuğu sırada yazdıkları ile de gündem olmuştur. Çeşitli ilişkiler yaşayan şair, arkadaşı Ziya Osman Saba tarafından şu şekilde yorumlanmaktadır:
“Cahit’i âşık eden kızların hiçbirini görmem kısmet olmadı. Onları ya kendi ağzından dinledim ya mektuplarıyla, şiirlerinden öğrendim. Cahit, kendisinin çirkin, hiçbir kızın beğenmeyeceği kadar çirkin olduğuna inanmıştı. Bence erkekte güzelliğin veya çirkinliğin hiçbir önemi olmadığı halde o, bu konuda aşırı bir duyarlılık gösteriyor, bunu kara bir talih sayıyordu.”
Cahit Sıtkı Tarancı fikirlerini alkol ile birleştirerek yaşayan bir şair olmuştur. Evliliği de alkol tüketimi sebebiyle hayatında bir süre askıya alınmıştır fakat daha sonra Cavidan Hanım’a af mektubu göndererek onu evliliğe ikna etmiştir. 1951 yılında nikah masasına oturan şair bu süre zarfından sonra da aşk ile ilgili şiirleriyle insanlara hissettiklerini aktarmıştır.
Hayatının son dönemlerinde felç geçirerek konuşma yetisini kaybeden şair, aylarca insanların karşısına oturup kendi şiirlerini dillendirmelerini izlemiştir. Sonunda 15-20 kelime kadar konuşabilen şair, 1956 yılında hayata gözlerini yummuştur. İnsanlığa bıraktığı şu sözleri ise dünyayı ve hayatı gayet açıklar niteliktedir:
“Saltanat sürmektedir içimde bir hükümdar,
Hırsının pençesinde, şehvetinin esiri;
Etrafını almıştır dalkavuk ve riyakâr;
Korkulu bir sarayım doğduğum günden beri.
Ne gizli cinayetler, neler neler oluyor,
Denize her gün körpe cesetler döküyorum.
Ne baharlar soluyor, ne baharlar soluyor,
Azamet ve ihtişam içinde çöküyorum!”
Sümeyye ŞAHİN
İlginizi Çekebilir:
Erenköyü’nde Bahar Şiirinin Altında: Yahya Kemal Beyatlı
Şairler Sokağı: Cahit Zarifoğlu