Konuşabilmek: “Bir Başkadır” Bir Başkadır İnceleme
Nedir “Bir Başkadır” ı başka kılan? Yayınlandığı ilk günden bu yana çok konuşulan dizi neden bizi bu kadar derinden etkiledi? Gelin, bir başka hayatlardan kendi hayatımızın yolculuğuna çıkalım. Meryem’le börekler açalım, Hayrünnisa’yla aynı şarkıyı dinleyelim, Peri’yle sıkı bir dost olalım. Hadi gelin konuşalım, belki daha da kolaylaşır kendimizi anlamamız. Bir Başkadır inceleme yazımız…
Bu kadar çok konuşulan dizinin asıl konusunun konuşulamayanlar üzerine olduğunu söyleyebiliriz. Herkesin bir derdi var konuşamadıklarıyla ilgili. Asıl görmemiz gereken şeyler de konuşamadıklarımızdır çoğu zaman. Bazen “konuşsam da fayda etmez” diyerek, bazen de karşımızdakini kırmamak için sustuğumuz, içimize attığımız şeyler yok mudur hayatımızda? Konuşamamak, konuşsak da duyulmamak, duyulsak da anlaşılamamak değil mi asıl mesele?
Bölüm sonlarında bizimle buluşan Ferdi Özbeğen’in de dediği gibi sır gibi senelerdir sakladığımız şeyler geceleri rüyamızda bizleri sayıklatmıyor mu? Belki de tek ihtiyacımız bir dinleyenimizin, bizi anlayan birinin olduğunu hissetmektir. Her ne kadar önemsenmese de ihtiyaçtır aslında konuşabilmek. Ruhiye’nin konuşmasıyla birlikte çocuğunun da çözülmesi gibi konuşursak her şey çözülecek. Kim bilir?
Öncelikle dizinin sıradanlığı sayesinde farklılaştığını söylemek gerek. Melisa’nın da dediği gibi ‘total’e hitap eden filmlere veya dizilere alıştırılmadık mı? Alıştığımız gibi hepimiz erkeklerden gelecek kötü bir olay beklemedik mi? Sinan Meryem için tehdit olabilirdi; Yasin, eşine ya da kardeşine şiddet uygulayabilirdi, eşini aldatabilirdi. Hoca, kızının başörtüsünü çıkarmasına karşı çıkabilirdi. Yönetmen ekranlarda görmeye alıştığımız görüntüleri kullanmayarak aslında ters köşe yaptı. Bunlara ek olarak yaptığı bir ters köşesi de çoğumuzun aklına bile gelmediği bir şeyi göstermek oldu: Süpervizyonu. Yani masanın ardındaki hayatı… Terapistin de bir terapiste ihtiyacı olduğunu… Hepimizin sadece dizilerden gördüğümüz kadarıyla bildiği terapist sahnelerinin aksine bize terapistlerin de bir hayatı ve duyguları olduğunu gösterdi, “gelin bir de bu pencereden bakın” dedi. Bizler insanız, duygularımız, kültürümüz ve çevremizle bir bütünüz. Terapistler de buna dahil. Bu sayede yönetmenimiz psikolojide şema dediğimiz bi’ nevi genellemelerimizi yıkmış oldu.
İnsan olduğumuzu hatırlattı. Bizi, bize öyle güzel anlattı ki, gerçekliğimizle büyülendik.
Gelin hep beraber dizide gördüğümüz davranışların psikoloji bilimindeki karşılığına bakalım.
KONVERSİYON BOZUKLUĞU:
Kaynağını Freud’un psikanalitik kuramından almaktadır. Konversiyon bastırılan dürtülerin bedensel bir işlev bozukluğuna dönmesidir. Konversiyon bozukluğunda önemli bir nokta işlev bozuklukları organik bir temele dayanmamaktadır. Yani herhangi bir hastalığı olmamasına rağmen hastalığın belirtilerini göstermektedir.
Meryem de konversiyon bozukluğuna sahiptir, bazı zamanlar sebebi belli olmadan bayılmaktadır. Bayıldığı noktalar ise genelde nikah, nişan gibi evlilikle ilişkili olan konulardır. Buradan evlenmek istediğini ve cinselliği bastırdığını söyleyebiliriz. Yani toplumsal kurallar, yaşadığı hayat, sosyal rolleri dürtülerini çok fazla baskılayıp bilinçdışına itmiştir. Evlilik ile ilgili konular ise bastırılmayı bozmuştur. Bayılması da olumsuz ruh halinden kaçması olarak tanımlanabilir.
MAJÖR DEPRESYON:
Ruhiye’yi düşünürsek aslında majör depresyon tanısını anlayabiliriz. Geçmeyen kederli ruh hali, günlük işlerini yapamayacak duruma getirmiştir onu. İntihar düşünceleri, umutsuzluk, iç sıkıntısı, karamsarlık majör depresyonun belirtilerindendir. Bu durumun kaynağında ise yaşadığı travma yer almaktadır. Peki neden son iki yıldır böyle? Çünkü adaleti arama arzusu tecavüzcüsünün öldüğünü duymasıyla ani bir şekilde bitiyor ve hesaplaşamadığı için durumu depresyona doğru gidiyor. O adamla karşılaştığında ise adamın yıllardır vicdanını rahatlatmaya çalıştığı “biz de çocuktuk” avuntusunu “Biz çocuktuk, sen değil” diyerek elinden alıveriyor. İşte o zaman konuşmanın verdiği çözülmeyle birlikte Ruhiye’nin gözündeki ışık yeniden parlamaya başlıyor.
JUNG VE ARKETİPLERİMİZ
Açıkçası Hilmi’nin bir Jung hayranı olması beni şaşırttı. İyi de oldu, önyargılarımı yıkmış oldu Hilmi. Jung’a göre kolektif bilinçdışımız vardır. Yani bütün insanlar aynı özden gelir, aynı özden beslenir. Zengin-fakir, Türk-Kürt, eğitimli- okumamış gibi ne kadar farklılıklarımız olsa da hepimizin ortak acıları, korkuları, duyguları, geçmişi ve konuşamadıkları var.
Ayrıca Jung’a göre persona, gölge gibi arketiplerimiz vardır. Hepimizin gerçek yönlerimizi sakladığı ve toplum içinde taktığı maske personadır. Karanlık tarafımızı içeren taraflarımız olan gölgemizdir. Peri personasının ve gölgesinin farkına varmıştır ve bunu da şu sözlerle açıklamıştır: “Bir şeylerin taklidini yapmaktan sıkıldım. Yaşayamadığım duyguları yaşıyormuş gibi taklit etmekten sıkıldım. Bir tane doğru düzgün adamla karşılaşabilmek için abuk sabuk ortamlara girmekten, leş gibi eve dönmekten, her sabah bir başına o evin içinde uyanıp… Yeter, sıkıldım artık. Yetsin, bitsin…”
Peki biz ne zaman gölgemizin farkına varacağız? Persona denilen maskemizi çıkaracak mıyız? Korkularımız bile ortakken neden birbirimize düşmanız?
İlk sahnede de Peri’nin Meryem’e dediği gibi “konuşabiliriz” sadece.
Evirdik, çevirdik lafı yine “konuşma”ya getirdik. ?
Konuşalım, anlayalım. Unutmayalım ki “bir başkadır” insan olmak.
Bahar KOÇAK
İlginizi Çekebilir:
American Psycho Filmi Analizi
Bir Zamanlar Anadolu’da Film İncelemesi
Ödüllerin Gölgesinde Bir Film: Nuh Tepesi Film İncelemesi