Daron Acemoğlu Kimdir? Ulusların Düşüşü ve Nobel Kazandığı Kurumlar Teorisi

Neden Bazı Ülkeler Zengin, Bazıları Fakir? Neden Norveç dünyanın en yaşanabilir ülkeleri arasında yer alırken, Sudan yoksullukla mücadele ediyor? Neden ABD, Meksika’dan sadece bir sınırla ayrılmasına rağmen devasa bir refah farkına sahip? Bu sorulara bugüne kadar coğrafya, kültür, eğitim seviyesi veya liderlerin zekası gibi birçok cevap arandı. Ancak Massachusetts Institute of Technology (MIT) profesörü Daron Acemoğlu, bu sorulara kökten ve bilimsel bir yaklaşım getirerek, 2024 Nobel Ekonomi Ödülü’nü kazandı. Ona göre asıl mesele, toplumların nasıl kurumlar geliştirdiğiyle ilgilidir.
Kurumlar Teorisi Nedir?
Acemoğlu ve çalışma arkadaşı James A. Robinson, dünyadaki ekonomik gelişmişlik farklarının temelini “kurumlar” olarak adlandırılan yapılarda arar. Bu kurumlar yalnızca devlet yapıları ya da anayasal düzenler değildir; aynı zamanda toplumsal normlar, ekonomik teşvikler, hukuki sistemler ve siyasi katılımın biçimidir. Teorinin kalbinde iki tür kurum yer alır:
1. Kapsayıcı Kurumlar
-
Tüm bireylerin ekonomik ve siyasi süreçlere katılımını teşvik eder.
-
Mülkiyet haklarını güvence altına alır.
-
Hukukun üstünlüğünü sağlar.
-
Yenilikçiliği ve girişimciliği ödüllendirir.
-
Eğitim ve sağlık hizmetlerine erişim eşitliğini savunur.
2. Sömürücü Kurumlar
-
Siyasal ve ekonomik gücü küçük bir elit grubun elinde toplar.
-
Eşitsizliği artırır.
-
Yaratıcılığı ve inovasyonu bastırır.
-
Kanunları elit çıkarları doğrultusunda esnetir.
-
Geniş halk kesimlerini dışlayarak uzun vadede istikrarsızlık üretir.
Acemoğlu’na göre bir ülkenin refah seviyesi, bu iki kurumsal yapıdan hangisinin baskın olduğuna göre şekillenir.
Tarihsel Örneklerle Teorinin Gücü
Acemoğlu’nun teorisi yalnızca soyut kavramlara dayanmaz; tarih boyunca yaşanmış örneklerle desteklenmiştir. İşte bazı çarpıcı karşılaştırmalar:
🧭 Kore: Aynı Halk, İki Farklı Kader
Kuzey ve Güney Kore, 1945’te II. Dünya Savaşı’nın ardından ikiye bölündü. Aynı etnik yapı, aynı dil, aynı coğrafya… Fakat bugün Güney Kore dünyanın en büyük ekonomilerinden biri olurken, Kuzey Kore hâlâ otoriter bir rejim altında yoksullukla boğuşuyor. Farkı yaratan şey coğrafya değil, kurumlar.
🌍 Nogales: Bir Şehir, İki Dünya
ABD-Meksika sınırındaki Nogales kasabası bir tel örgüyle ikiye ayrılmıştır. Kuzey tarafı Amerika’da; güneyi ise Meksika’dadır. Kuzeyde altyapı, güvenlik, eğitim ve sağlık sistemleri işlerken; güney tarafında yoksulluk, işsizlik ve suç oranı yüksektir. Aynı iklim, aynı kültür, ama bambaşka hayatlar. Nedeni? Kurumların yapısı.
⚖️ Hindistan ve ABD: Aynı Sömürgeci, Farklı Sonuç
İngiltere, Hindistan’da mevcut sistemleri kullanarak sömürücü yapılar kurdu. Buna karşılık, Kuzey Amerika’da daha “boş” bir düzen olduğu için kolonistler kendi haklarını savunacak kapsayıcı sistemler inşa etti. Bu durum, bugünkü refah farkını açıklıyor.
🏛️ Venedik’in “Kapanışı”
Orta Çağ’da Venedik, açık ve yenilikçi ekonomik kurumları sayesinde yükseldi. Ancak zamanla elit sınıf rekabetten rahatsız olup sisteme dışlayıcı kısıtlamalar getirdi. Sonuç? Ekonomik çöküş. Bu dönüşüm, kapsayıcı kurumların nasıl sömürücü kurumlara evrilebileceğini gösterir.
Kurumlar Nasıl Oluşur? Tarihin Derinliklerinden Günümüze
Acemoğlu ve Robinson’un Ulusların Düşüşü kitabında verdiği örnekler, kurumların bir gecede değil, tarihsel süreçlerin ürünü olarak oluştuğunu gösteriyor:
-
İngiltere’nin Magna Carta’sı (1215): Kralın yetkilerini sınırlayan bu belge, kapsayıcı kurumlara atılan ilk adımdı.
-
1688 Görkemli Devrimi: Parlamento, kralın yetkilerini daha da sınırlandırdı ve ekonomik kurumları şekillendirme yetkisi aldı. Bu gelişme, İngiltere’nin Sanayi Devrimi’ne öncülük etmesine yol açtı.
-
ABD’nin Kuruluşu: Kuzey Amerika’daki kolonilerde halk, kendilerine ekonomik teşvik sunan kapsayıcı yapılar kurdu. ABD, bu mirasla kalkınarak teknoloji devi haline geldi.
-
Fransız Devrimi (1789): Mutlak monarşiye karşı halkın hak arayışı, kapsayıcı kurumların Fransa’da gelişmesine ve modernleşmeye kapı araladı.
-
Meici Restorasyonu (1868): Japonya, feodal sistemini yıkarak anayasal monarşi kurdu. Bu değişim, Asya’daki ilk sanayi devrimiyle sonuçlandı.
Sömürücü Kurumlar Ne Yapar? Çöküşü Hazırlar
Zimbabve’de Mugabe’nin milli piyangoyu kazanması yalnızca bir yolsuzluk örneği değil; sömürücü kurumların nasıl işlediğine dair acı bir gerçektir. Siyasi güç, kamu kaynaklarını kendi zenginliğine dönüştüren küçük bir grupta toplanırsa, bu düzen yoksulluğun ve eşitsizliğin kalıcılaşmasına neden olur.
Aynı durum Osmanlı İmparatorluğu’nun matbaayı yasaklamasında da görülür. Yeni fikirler, mevcut gücü tehdit edeceği için bastırılmıştır. Sonuç: okuryazarlık oranı düşmüş, Avrupa’dan teknolojik olarak geri kalınmıştır.
Eşitsizlik ve Servet Yoğunlaşması: Yeni Bir Kurumsal Kriz
Acemoğlu’nun teorisi sadece geçmişi açıklamakla kalmaz; günümüzün servet eşitsizliğini de anlamamıza yardımcı olur. Oxfam’a göre dünyanın en zengin %1’i, geri kalan %99’un toplam servetinden fazlasına sahip. 42 kişinin serveti, dünya nüfusunun yarısına eşittir. Bu çarpıklık, kapsayıcı kurumların zayıfladığı ya da sömürücü sistemlerin hâkim olduğu bir dünya düzenini işaret eder.
Gelecek Kimin Kurumlarıyla Şekillenecek?
Daron Acemoğlu’nun kurumsal teorisi, yalnızca geçmişin analizini yapmakla kalmaz; geleceğe dair de kritik bir soruyu gündeme getirir: “Hangi kurumlar, yarının dünyasını inşa edecek?”
Bugünün en büyük küresel problemleri—iklim krizi, yapay zekânın yükselişi, göç dalgaları, gelir eşitsizliği ve demokratik gerileme—artık sadece kaynaklarla değil, kurumlarla da çözülebilir ya da derinleşebilir.
Kapsayıcı kurumlar bu dönüşümleri insanlık lehine yönlendirebilirken, sömürücü kurumlar, teknolojik gelişmeleri bile eşitsizliğin aracı haline getirebilir. Mesela yapay zekâ, kapsayıcı kurumlar altında eğitimde fırsat eşitliği sağlayabilirken; sömürücü bir düzende sadece elitlerin daha da güçlenmesine hizmet edebilir.
Aynı şekilde, iklim değişikliğiyle mücadele eden kapsayıcı sistemler, sürdürülebilirlik yatırımlarıyla toplumu dönüştürebilirken; dışlayıcı yapılar kısa vadeli çıkarlar uğruna çevresel yıkımı hızlandırabilir.
Geleceğin refahı için kilit soru şudur: “Toplumlar, karşılaştıkları sorunlara tepki verirken nasıl kurumlar kuracak?”
Yani mesele sadece demokrasi, teknoloji ya da sermaye değil; bunların nasıl yapılandırıldığı ve kimler için işlediğidir.
Bugün atılacak her adım, 30 yıl sonraki kurumları şekillendirecek. Ve bu da şu gerçeği ortaya koyuyor: “Gelecek, coğrafyadan çok kurumsal tercihlerle belirlenecek.”
Bu yüzden toplumların, sadece büyüme rakamlarına değil; katılım, adalet, şeffaflık, yenilikçilik ve eşitlik gibi değerleri yaşatan kurumsal altyapılara odaklanması gerekiyor. Refahın yolu yalnızca üretmekten değil, nasıl bir sistem içinde ürettiğimizden geçiyor.
Sonuç: Refah Bir Seçimdir
Daron Acemoğlu’nun kurumsal teorisi, refahın coğrafi kader olmadığını kanıtlar. Kurumlar, ülkelerin zengin ya da yoksul olmasını belirleyen en güçlü yapıdır. Bu kurumlar toplumlar tarafından oluşturulur ve yine onlar tarafından dönüştürülebilir. Ancak bu dönüşüm kolay değildir; direnişle karşılaşır, zaman alır. Ama mümkündür.
“Toplum olarak hangi kurumlara sahibiz ve hangi kurumlara sahip olmalıyız?” bu soru yalnızca devletleri değil; bireyleri, sivil toplum kuruluşlarını, girişimcileri ve gençleri de ilgilendiriyor. Çünkü kurumlar kaderse, o kaderi birlikte yazmak da bizim elimizde.