Aşkın Kanunu: Aşk Nedir?
Kimimiz sonsuz aşkı arıyoruz, kimimiz aşka inanmıyoruz. Kimimiz bu yolda aşka olan inancımızı kaybetmişiz, kimimiz daha yeni başlıyor bu serüvene. Kimimiz ilk görüşte aşkı savunur, kimimiz bunu imkânsız bulur. Aşk, karında uçuşan kelebeklerden daha mı fazlası? Şairlere ölümsüz dizeler yazdıran, Mecnun’a çölleri aştıran, uğruna ölümü göze aldıran güç aşk değil mi? Sahi, nedir aşk? İnsan ilişkilerini karmaşıklaştıran ve bir o kadar da değerli kılan bu deneyim nasıl başlar, kalp ve beyin bu süreçte aynı safta mı yer alır? Bilinçdışı süreçler eşimizi bulma konusunda etkili mi? Gelin bu soruların cevaplarını arayalım.
Sayfalarca yazsak bile içinden çıkılamayacak aşkı anlamak ve anlatmak güç. Aşk kalpten çok beyin işidir diyebiliriz. Bir bağımlılık gibidir aşk. Bağımlılık yapan tüm maddeler beynimizin ödül sistemini harekete geçirir, beyinde dopamin yani mutluluk hormonu salgılatır. Beynimiz bu konuda o kadar bencildir ki “yok” demekten anlamaz. Bir kere o ödül sistemi harekete geçtiyse, artık beynimiz iki yaşındaki bir çocuğun bencilliğine bürünür. Tek istediği o maddeye ulaşmaktır. Maddeye ulaşmak içinse her yol mubahtır. Sevdiğimiz kişi de beynimizde eroin gibi işte tam bu etkiyi yapar. Onu görünce etrafın pembe toz bulutu olması da bu yüzdendir. Ödül sistemi görevini yerine getirmekle meşgul olsun, biz de o sırada bulutların üzerinde gezinmeye başlarız. Sevdiğimizi görünce dopamin salgılayan beyin, o yokken tıpkı bir bağımlı gibi adeta yoksunluk hissi yaşar. Beynimiz bencilce davranır ve sadece sevgiliyi görmek, onunla olmak ister. Onun için süslenir, onun için elimizden ne gelirse yaparız çünkü yokluğu dayanılmaz bir acıdır.
Hormonlar demişken oksitosin ve vazopressin adı verilen iki baskın hormonun aşık insanlarda yüksek düzeyde bulunduğu ortaya çıkmıştır. Bu hormonların ruhsal açıdan bağlanma ve sarılma üzerinde etkileri vardır. Ayrıca araştırmalara göre vazopressin hormonu sadakat ile ilgilidir. Dağ fareleri ve tarla fareleri üzerinde yapılan tek eşlilikle ilgili deney, bize çok ilginç sonuçlar vermiştir. Bu deneye göre tarla farelerinin, ömrünü tek eşle geçirdiği ve eşini kafese kapatsalar bile kafesin yanında onu beklediği görülmüştür. Ancak dağ farelerinde böyle bir durum söz konusu değildir. Araştırıldığında ise tarla farelerinde çok sayıda bu iki hormon bulunmuştur. Dağ farelerinde ise bu hormonu alacak, ilgili merkeze iletecek reseptör bile yoktur. Etrafınızda sarılan, sevgilisine sadık kalan insanları gördüğünüzde artık biyolojik bir temelden ve gönül rahatlığıyla oksitosin ve vazopressin hormonlarının yüksekliğinden bahsedebilirsiniz.
Hormonlar bir yana, biraz da eşimizi seçerken gerçekleşen bilinçdışı süreçlerden bahsedelim. Söz konusu aşk olunca zıt kutuplar birbirini çekemiyor maalesef. Eşin, kişiye benzemesi, ortak yönlerinin olması gerek, yani tencere misali kapağını bulması gerek sevgili okur. Bizler, bize yakın ve aşina gelen şeyler karşısında kendimizi daha rahat hissederiz. Bu yakınlık konusu hakkında yapılan bir araştırmada sonuçlar çok ilgi çekici. 2004’te psikolog John Jones ve meslektaşları tarafından on beş bin evliliğe ilişkin kayıtlar incelendiğinde çok ilginç bir sonuçla karşılaşılmıştır. Araştırmaya göre isimleri, kendi isminin baş harfiyle başlayan kişilerle evlenenlerin sayısı önemli ölçüde fazlaydı. Bir örnekle açıklamak gerekirse, ismi Esma olan birisinin Enes adlı biriyle evlenmesi bir rastlantıdan daha fazlası. Tamam, az önce bize yakın gelen şeyler karşısında daha rahatız dedik ama hayatımızı birlikte geçireceğimiz bir insanı seçerken baş harfi gibi gereksiz bir detaydan etkilenmekten bahsediyoruz burada. Hal böyle olunca, “Bilinçdışımız biz farkında olmadan daha neler yapıyor, kim bilir?” diye düşünmeden edemiyor insan. Aslında meselenin tamamının harflerde yattığını söyleyemeyiz. Bu durumda asıl olay şudur: Seçilen eş, kişiye kendisini hatırlatır. Psikologlar bu durumu bilinçdışı özsevgi ve örtülü benlikçilik (implicit egotism) olarak tanımlar. Kısaca, kendi yansımamızı başkasında bulmaya bayılırız.
Benzerlik kadar fiziksel ve duygusal yakınlıktan da bahsetmemiz gerek. Büyüklerimiz ne güzel söylemiş: “Gözden ırak olan gönülden de ırak olur.” Bu sözün doğruluğunu hiçbir zaman yabana atmamak gerek sevgili okur. Fiziksel olarak yakında olan kişilere âşık olma ihtimali her zaman daha yüksektir. Biraz daha açacak olursak, yıllar önce görüştüğün birine değil de her gün gördüğün birine âşık olma ihtimalin çok daha fazla sevgili okur. Ama her gün görmek de yeterli değil, ortak paydada buluşabilmek ve duyguların da harekete geçmesi gerek. Duygusal yakınlık dediğimiz şey de budur. Evet, âşık olmak için yukarıda sayılan etmenler gerekir ancak aşk, yapılan tüm araştırmalara rağmen sırlarını korumaya devam ediyor ve tüm karmaşıklığıyla hayatın içinden bize göz kırpıyor.
Belki bu yazıdan sonra aşka karşı bakışımız değişebilir ama değişmeyen tek şey aşkın yolunun düz gitmediğidir sevgili okur.
Ne güzel söylemiş Stendhal: “Aşk harika bir çiçektir ama korkunç bir uçurumun kenarında onu aramaya cesaret etmen gerekir.”
O çiçeği arayacak cesareti yüreğinizde bulmanız dileğiyle…
Bahar KOÇAK
Benzer diğer yazımız için:
Aşkın Şiir Hali: Mihriban