Yüzyıllar Ötesinden: Sokrates’in Savunması
MÖ 399 yılında ölüme mahkûm edilmiş Sokrates’in hayatı bir kenara; savunması, mahkûmiyeti ve ölümü kuşkusuz günümüze kadar ulaşmış nadir tartışma konularından biridir.
Peki, neydi Sokrates’i ölüme mahkûm eden? Nasıl bir savunma yaptı? Fikirlere zehir içirip savunanları öldürebilir miyiz? Sokrates’i gerçekten öldürdük mü?
Düşüncelerinin ve sorduğu soruların güçlülüğüyle karşısındakini yüceltip överken tartışma sonucunda sadece sorduğu sorularla karşısındakini adım adım yerle bir eden düşünür Sokrates, dile olan hakimiyeti, çağının ilerisinde olan fikirleri ile her zaman konuşulur olmuştur. Sorduğu sorular görünüşte basit olmakla beraber felsefenin de temellerini atan sorulardandır. Kendisini, kocaman atı rahatsız eden vızıltılı bir sinek kadar küçük görür. Önemli olan zaten düşünceleriyle kişiyi rahatsız etmek, düşünmeye yönlendirmektir. Belki rahatsız olur, merak eder; çatlayan bir tohum gibi kendi mağaramızdan çıkarız. İşte o cesareti gösterdiğimiz zaman asıl güneşi görmüş olacağız.
Sokrates’e din ile ilgili düşüncelerinden dolayı dava açılır. Şehrin tanrılarına inanmamakla suçlanan Sokrates’in, üstelik başka tanrılar yarattığı ve gençleri zehirlediği davanın öne sürülen taraflarındandır. Bu davranışlarından dolayı zehir içme yoluyla ölüm cezasına çarptırılmıştır. Dine uygunluk, adillik, tanrılar, dindarlık gibi anahtar kelimeleri içeren Euthyphron ile olan konuşmasında görüyoruz ki Sokrates, soru sormakta çok farklı yollar izliyor.
“Ben hiçbir şey bilmemekle birlikte bunun bilincindeyim.” derken bile diğerlerine göre daha çok şey bildiğini ifade ediyor. Öğrenmeye çalışıyor, araştırıyor. Bir siyasetçinin yanına gidip iyilik ve güzellik hakkında sorular soruyor ama aldığı cevaplar karşısında en azından bilmediğini bilmenin bilincinde ayrılıyor oradan. Bir ozanın yanına gidip kehanetin ne demek olduğunu öğrenmeye çalışıyor, ancak görüyor ki ozanın yazdıkları kehanetle değil yeteneği sayesindedir. Sonrasında zanaatçılara gidiyor. Güzelliği sorduğunda daha önce karşılaştığı cevaplarla karşılaşıyor ve en sonunda bir ikilemde kalıyor: Herhangi bir alanda onların anladığı şekilde bilge ve cahil olmaktan mı kaçınmalı yoksa onlar gibi kendini bilge sanan bir cahil mi olmalıydı?
“Birinin, bilmediği bir şeyi bildiğini sanması cehaletin en utanç verici türü değil midir?”
Sayın okur, her devirde olduğu gibi sorduğu sorularla rahatsızlık verene, akılları kurcalayana hep bir tehlike ve düşman gözüyle bakılmıştır. Bundan dolayı Sokrates’in çok suçlayıcısı olmasına ve düşmanının fazla olmasına şaşırmamak gerekir.
Yargılanırken, insanları iyi kılanın ne olduğunu, yasaları, milletvekillerini, yargıçları da beynimizin süzgecinden geçirmemizi sağlamış, yine zorlayıcı sorularla karşısındakini ters köşe etmiştir.
Mahkeme salonundaki ilk konuşmasında yargıçların, adaleti lütuf gibi dağıtmak için değil, yasalara göre hüküm vermek için oraya getirildiğini; Atinalıların, Sokrates’i ağlarken ve af dilerken görmek istediğini ancak bunun sadece kişinin kendisini küçük düşürmek olduğunu; ayrıca bunu yaparsa, işte o zaman suçlandığı şeyi kabul etmiş olacağını söyler.
“Hatiplerin hakkımda iddianame hazırlayarak beni tutuklamak istemelerine ve sizlerin bağırarak onları kışkırtmanıza rağmen, mahkûmiyetten ya da idam cezasından korkarak size uyacağıma, tehlikeyi göze alarak yasaların ve adaletin gereğini yapmayı tercih ederim.” sözlerini başı dik bir şekilde konuşmasına ekler.
Mahkeme, Sokrates’i suçlu bulur ancak alacağı cezaya karar vermeden önce Sokrates ikinci defa kürsüye çıkar ve cezası konusunda şu cümleleri kurar:
“Param olsaydı para cezasına hükmedilmesini söylerdim ancak param yok. Sürgün teklifinde ise daha siz bana katlanamazken başkaları nasıl katlansın?”
Ve sonunda Sokrates ölüm cezasına mahkûm edilir.
Atinalılara geleceği görmüşçesine seslenir, “ Sabredemediğiniz için gelecekte Sokrates gibi bir bilgeyi ölüme mahkûm ettiğinizden suçlanacaksınız. Zaten yeterince yaşlı olan bu adam için biraz sabretseydiniz ölüme ulaşacaktı… Ağlayıp dövünmedim, yalvarmadım, bana yakışmayan şeyler yapmadım… Beyler dikkat edin: Ölümden sakınmak o kadar zor değildir, zor olan kötülükten sakınmaktır; çünkü kötülük ölümden daha hızlı koşar. ”
İşte tanımaya çalıştığımız, çağının daha da ilerisinde olan düşünür Sokrates, düşünceleriyle birçok kişinin hayatını değiştirmiştir. Yüzyıllar öncesinde yaptığı böyle bir savunmayla hafızalara kazınmış, kaçınılmaz sonuna ulaşmıştır. Günümüze kadar ulaşan düşünceleri ile hayatımızı etkilemeye ve bizleri düşündürmeye devam eden Sokrates’e ne kadar zehir içirirsek içirelim, bu dünyadan geçmiş ve iz bırakmış olduğundan, bıraktığı izler raflardaki tozu üfler gibi dağılacak türden değildir.
“Bir değil bin kere ölmem gerekse bile yolumdan dönmeyeceğim.” diyen Sokrates’in mahkemedeki son sözleri ise şöyle olmuştur:
“Artık ayrılma vakti geldi çattı, ben ölmeye, sizler de yaşamlarınızı sürdürmeye gidiyorsunuz. Hangisinin daha iyi olduğunu sadece Tanrı bilir.”
Burcu KOÇAK