Satır Arası: Kırmızı Saçlı Kadın
Nobel Edebiyat Ödüllü Türk yazarımız Orhan Pamuk’un efsaneler içinden doğan kitabı Kırmızı Saçlı Kadın kitabını sizler için yeniden okuyup inceledik.
Kitabın hayat damarlarından olan iki efsane sizi başından sonuna kadar takip edecektir. Bu efsanelerden biri Oedipus kompleksi olarak bilinir. Bir diğeri ise Rüstem ile Sührab’ın efsanesidir. Yunanistan’ın Oedipus efsanesinde oğul babayı öldürürken, İran’ın efsanesi Rüstem ile Sührab’ta tam tersi olur. Baba olan Rüstem, oğlu Sührab’ı öldürür. Olayların ortak olan noktası ise taraflar birbirlerini tanımazlar. Babası ya da oğlu olduğunu bilmeden öldürürler. Bu efsaneleri detaylı olarak anlatmayacağım. Oedipus kompleksi’ni merak eden arkadaşlarımız sitemizde yer alan yazıyı (Freud ve Oedipus Kompleksi) okuyabilirler.
Kitabı okurken, kitaba adını veren Kırmızı Saçlı Kadın’ın daha çok bölümde yer alması gerektiğini düşünebilirsiniz. Ancak merak etmeyin, Kırmızı Saçlı Kadın bölümünü kitabın sonunda bir darbe gibi karşımıza çıkacak. Baba-oğul ilişkisi temelinde, iki efsanenin nefesiyle can bulmuştur kitap. Sürekli efsaneler ile ilerler. Olağan bir akış halindedir. İlk sayfalarında biraz bunalsanız da sonradan akıcılığına kendinizi kaptırabilirsiniz.
“Bir baba ihtiyacı her zaman mı vardır, yoksa, kafamız karıştığı, dünyamız dağıldığı, ruhumuz daraldığı vakit mi isteriz babayı?”
Kitabın ana karakteri Cem çocukluğundan beri baba sevgisinden, baba figüründen yoksun kalmıştır. Annesi ile yaşama alışmış, yaz tatilinde para kazanmak için bir kuyucunun yanında çırak olarak işe başlamıştır. Ustasını bir baba gibi görmüş, babası gibi sözünü dinlemiştir. Bir ay boyunca ustasıyla beraber kova kova toprak çıkararak kuyuyu kazmışlar ancak hala suya ulaşamamışlardır. O zamanlarda kuyuculuk haliyle kıymetli meslek. Nerede su olduğunu bilip orayı kazmak, suyu çıkarmak çok büyük maharet gerektiriyor.
Velhasılıkelam bir gün Cem, ustası Mahmut kuyunun dibindeyken dolu kovayı yanlışlıkla aşağı düşürüyor ve ardından bir çığlık sesi ve sessizlik… Cem yardım istemek için koşuyor fakat yardım isteyemiyor. O da tüm eşyalarını toplayıp ustayı kuyunun dibinde bırakıp atlıyor ilk gelen trene. Asla ve asla adını anmıyor; Öngören’deki kuyuyu, ustayı ölüme terkedişini, ve oradayken gezgin tiyatroda tanıştığı Kırmızı Saçlı Kadın’ı… Adeta sandıklara kilitleyip tavan arasına kaldırıyor hepsini.
20 sene boyunca, ustasını öldürmüş olmanın verdiği azapla yaşıyor. Koskoca 20 sene! Söz gelimi babasını öldüren Oedipus olduğunu düşünüyor.
“Bazan Mahmut Usta’yı düşünüyor, ona ne olduğunu soruyorum kendime. Ama Oidipus gibi geçmişte kalmış bir suçu araştırmanın yanlış olduğunu, bunun bana suçluluk duygusundan başka bir şey vermeyeceğini de seziyordum.”
Cem, karısıyla çocukları olmayacağını anlayıp ismini İran’ın efsanesinden alan Sührab adlı inşaat şirketini kuruyor. Sührab, babası tarafından öldürülen oğul… Karısıyla hep efsaneleri takip etmiş, Avrupa ve dünya müzelerinin peşinden gitmişlerdi. Tabi ki kuracakları şirket de ismini bu efsanelerden alacaktı. Nitekim Sührab’ta işler o kadar yolunda gitmeye başladı ki, birçok ihaleyi Sührab alır hale geldi. Cem’in çocukluk yıllarının Öngören’i de kentselleşmeden nasibini aldı ve büyüdü, büyüdü… Artık İstanbul’un içindeydi. Aradan geçen 30 sene sonra, Cem ilk defa Mahmut ustasını ölüme terk ettiği, Kırmızı Saçlı Kadın ile tanıştığı yere gidiyordu.
Gitti ve tüm merak ettiklerinin cevabını almaya başladı. Her yer değişmiş, betonlar kat kat dikilmişti. Kuyunun dibinde bıraktığı, babası yerine koyduğu Mahmut Usta başkaları tarafından kurtarılmış, ancak omzuna düşen kova sebebiyle sakat kalmıştı. Suyu bulan insan olarak çok değer görmüş ve iyice oranın halkı tarafından benimsenmişti. Cem’in senelerdir aklında ve vicdanında kara delik olan ustası, kuyudan kurtarılmıştı. Onun hatası sonucu ölmemişti. O da Oedipus olmamıştı. Peki bunun tam tersi olan Rüstem olabilir miydi?
Karısı Ayşe ile çocukları olmuyordu. Fakat 16 yaşında gezgin tiyatroda tanıştığı Kırmızı Saçlı Kadın ile yaşadığı tek gecelik ilişkisinden bir çocuğu olmuştu. Yıllar sonra karşısına çıkmıştı. Üstelik öyle pat diye değil, kendisini gizleyerek. Cem, kendisine etrafı dolaştıran Serhat diye tanıdığı kişinin aslında oğlu Enver olduğunu, akşam karanlığında deponun içinde Mahmut Usta ile beraber kazdığı kuyunun başında öğrenir. Enver onu neden öldüreceğinin nedenlerini sayıyorken…
“Sanki Allah, babalar oğullarının ve oğullar babalarının canını rahatlıkla alabilsin diye bir an babaların ve oğulların akıllarını başlarından alıyordu.”
Babasının ilk aşkı Kırmızı Saçlı Kadın ile ilk çıraklık zamanında tanışmıştı Cem. Yıllar sonra yeniden karşısına bir çocuk ile çıkmıştı Kırmızı Saçlı Kadın. Oğlu Enver’in efsanedeki Sührab olduğunu kitabın sonunda anlayacağız. Cem’in tabancası aralarında çıkan arbede sonucunda Cem’e isabet ediyor. Enver de onu kuyuya atıyor. Hayatının temelinde olan efsaneyi yaşıyor Cem. Oğulun babayı öldürmesini…
“Eski masal ve efsanelerdeki şeyler en sonunda gelir başınıza. Ne kadar çok okur, efsanelere ne kadar çok inanırsanız, o kadar çok gelir. Zaten dinlediğin hikâye başına geleceği için ona efsane dersin.”
Bana sorarsan, ya bir hikâye yaşarsın efsane olur, ya da efsaneyi yaşarsın hikâyende.
Sevgiyle…
Burcu KOÇAK
Yazarımızın Diğer Yazısı İçin:
Satır Arası: Nietzsche Ağladığında
Satır Arası: Çavdar Tarlasında Çocuklar