41 Yıllık Yaşamında: Sabahattin Ali
Kürk Mantolu Madonna’nın Maria Puder’ini, Kuyucaklı Yusuf’u, İçimizdeki Şeytan’ın Ömer’ini aklımıza kazıyan; eserlerinde hayatını ve deneyimlerini bizlerle paylaşan, bizim de en az bir kere okuduğumuz Türk yazar ve şairimiz Sabahattin Ali … Onun yarattığı karakterleri okuduk hep. Peki kendisini hiç okuduk mu?
Toplumcu gerçekçi yazar ve şair olan Sabahattin Ali, 25 Şubat 1907’de Eğridere’de doğmuştur. Daha çok öykü türünde eser vermesine rağmen, romanlarıyla ön planda olmuştur. Aynı zamanda şiir de yazmıştır.
Sabahattin Ali’nin Edremit’ten çocukluk arkadaşı olan Ali Demirel bir hatırasında Edremit’teki İptidai Mektebi’nde okurken yazarın dış çevreye kapalı bir görünüm verdiğini belirterek o günlerde Sabahattin Ali’nin arkadaş ortamlarında oynanan oyunlara katılmadığını, kendi halinde takılmayı tercih ettiğini, ya eve gidip kitap okuduğunu ya da resim çizdiğini söylemiştir. Ancak yazar, Ünsal Akpak’a göre Edremit İptidai Mektebi’nde sınıfının başarılı öğrencilerinden biri olmuş; Gümülcine’den babasının arkadaşı Mehmet Şah Bey’in özel ilgisi ile okumaya daha fazla özenmiş ve kesintilere rağmen başarılı bir öğrencilik dönemi geçirmiştir.
İptidai mektebini bitirdikten sonra, İstanbul’a dayısının yanına gitmiş 1 yıl kalmıştır. Ardından tekrar Balıkesir’e dönerek Balıkesir Muallim Mektebi’ne kaydolmuştur. Burada arkadaşlarıyla birlikte bir okul gazetesi çıkarmış, günlük tutmaya başlamış, tiyatro ve sinemayla birlikte sanata olan ilgisi artmıştır. Sanata ve serbest bir yaşama daha fazla özenen Sabahattin Ali, okulun disiplinli ortamından sıkılıp fırsat buldukça kaçarak sinema ve tiyatroya gitmeye başlamış. Bunun farkına varan okul müdürü ise kendisini ailesinin yanına göndermekle tehdit etmiştir.
Sonrasında, sessiz sakin olarak nitelendirilen Sabahattin Ali intihar etmeye kalkışmış, kendisinin blöf olarak nitelendirdiği bu intihar girişimi, arkadaşı ve öğretmenleri sayesinde engellenmiştir. Ardından okul müdürünün de desteğiyle İstanbul’a naklini aldırıp 21 Ağustos 1927 tarihinde öğretmenlik diplomasını almıştır.
Hatta ilk şiir ve öykü denemelerinde edebiyat öğretmeni Ali Canip Yöntem kendisine yol gösterici olmuştur. Onun da desteğiyle Akbaba ve Çağlayan dergilerinde şiirleri yayınlanmıştır.
Anadolumuzda öğretmenlik yapan Sabahattin Ali, Yozgat’ta öğretmenlik yapmaya başlamıştır. Sabahattin Ali, burada yeterli kaynak bulunmayışının sitemlerini, İstanbul’daki öğretmenlik stajında tanıştığı Nahit Hanım’a mektuplarında anlatmaya çalıştı. Ancak bu mektuplaşma bir süre sonra tek taraflı aşka dönüşmüş Servet-i Fünun dergisinin 2 Şubat 1928 tarihli sayısında yayınlanan Bir Macera adlı şiiri Nahit Hanım’a ithaf edilmiştir. Yazar, karşılık görmeyen aşkını “Ne Kazandık” (1927), “Kalbimde Aşkınız” (1927), “Ebedi” (1928), “Yat ve Uyu” (1928), “Bütün İnsanlara” (1928), “Firar” (1928) ve “Kudurmak” (1928) adlı şiirlerinde işlemiştir.
Türk devleti tarafından dil öğrenmesi amacıyla Almanya’ya gönderilmiş ve onun Almanya hikayesi burada başlamıştır. 15 gün Berlin’de yaşadıktan sonra Postdam’a yerleşmiştir. Burada kaldığı süre içerisinde Almanca öğrenmeye çalışmıştır. Hatta Melahat Togar “Arkadaşım Sabahattin Ali” yazısında yazarın Almancayı tam öğrenmeden Almanca üzerinden Rus yazarlarını okuduğunu belirtmiştir. Sabahattin Ali bu yönü sayesinde İvan Turgenyev, Maksim Gorki, Edgar Allan Poe, Guy de Maupassant, Heinrich von Kleist, ETA Hofmann ve Thomas Mann gibi isimleri tanımış ve onların eserlerinden ilham almıştır.
Önce komünizm propagandası daha sonrada Türk devlet yöneticilerini eleştirdiği yönündeki iddialarla tutuklanmıştır. Tutuklama sonucunda oluşan algıları kırmak ve mesleğine geri dönebilmek için eserler vermiştir. Yazdığı “Esirler” oyunu bunlardan biridir. Geri dönüşü üzerine farklı iddialar mevcuttur. Döndükten sonra yargılamaları devam etmiş, Konya ceza evinde 14 ay daha sonra Sinop ceza evine gönderilmiştir. On ay yedi gün süren tutukluluğunun ardından Cumhuriyet’in 10. kuruluş yıl dönümü sebebiyle çıkan genel aftan yararlanarak serbest kalmıştır.
Sabahattin Ali, Yozgat’ta iken Nahit Hanım’a, Almanya’da iken Frolayn Puder’e, Aydın’da iken bir miralayın kızına ve Konya’da ise Melahat Muhtar adlı öğrencisi ile Muhsine adındaki bir şarkıcıya ilgi duydu. Melahat Muhtar’a duyduğu ilgi karşılık buldu, ona atfen “Çocuklar Gibi” adlı şiiri yazdı. Bu şiirde eski aşklarını birkaç günlük düşkünlükler şeklinde yorumladı. Ancak Aliye Ali ile evlenmiştir.
Hepimiz merak etmişizdir soyadının Ali olup olmadığını… Soyadı kanunu ile Sabahattin Ali’nin ailesi Soyadı Kanunu sonrasında “Şenyuva” soyadını almıştır. Fakat yazar babasının ön adı olan “Ali”yi kullanmak istemiştir. Ayrıca çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanan şiir ve hikâyelerinde “Sabahattin Ali” imzasını kullanmakla beraber yazar soyadını bu yönde değiştirebilmek için nüfus müdürlüğe gitti fakat “Ali” ismini soyadı olarak kullanmasına izin verilmedi. Kendisi de buna karşılık olarak “O halde ‘Alı’ olsun.” şeklinde beyanat bildirmiştir.
Hayatında iki kez askere gitmiştir. İlkinde İstanbul Eski Harbiye’de askerliğe başladı ve 2 ay er, 6 ay da yedek subay öğrencisi olarak eğitim gördü. Bitirdi ve ardından II. Dünya Savaşı öncesinde çıkarılan seferberlik sonrasında tekrar askere alındı ve dört ay İstanbul’da tekrar askerlik yaptı.
Hayatının son yıllarında Nihal Atsız ile yaşadığı Türkçülük-Turancılık gerilimi artarak Irkçılık-Turancılık halini almıştır. Aynı döneme denk gelen Markopaşa dergisini Aziz nesin ile birlikte çıkarmış, ancak burada da siyasi eleştirileri yüzünden yine davalarla uğraşmak durumunda kalmıştır.
Sabahattin Ali, öykü ve roman gibi türlerde kalıcı olabilmek için seçilen karakterlerin canlı olmasını ve konuların güncelliğini yitirmeyecek türden olması gerektiğini savunmuştur. Bundan dolayı yarattığı karakterler, hala aramızda yaşayan, yıllar boyu okunan karakterler olmuşlardır. Değirmen, Kağnı, Ses, Sırça Köşk gibi öykü türündeki eserlerini dünyaya kazandırmıştır. Şiirleri ise Dağlar ve Rüzgâr, Kurbağanın Serenadı, Öteki Şiirler’i yayınlanmıştır. Romanları ise şöyledir:
Kuyucaklı Yusuf’ta aşk teması ön plana çıkar. Evlilik ile Anadolu’nun sosyal ve ekonomik yapısı diğer ana temalardır. İçimizdeki Şeytan ve Kürk Mantolu Madonna romanlarında da öne çıkan tema aşk ve evliliktir. Bu evlilikler genelde sağlıklı bir şeklide yürümedikleri görünümünü verir.
Kürk Mantolu Madonna’da “Seni seviyorum. Deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum.” der… “O, bütün mantıkların dışında, tarifi imkânsız ve mahiyeti bilinmeyen bir şey. Sevmek ve hoşlanmak başka, istemek, bütün ruhuyla, bütün vücuduyla, her şeyiyle istemek başka… Aşk bence bu istemektir. Mukavemet edilmez bir istemek!” sözleriyle aşkı anlatır.
Kuyucaklı Yusuf’ta “Hiç geçmeyen, hiç unutulmayan şeyler de var, beyefendi! Ölünceye kadar insanın sırtından atamayacağı şeyler de var…” diyerek hepimize dokundu. “Göğsünün içinde, bu asırlık ağacın kabuğu gibi, yarıklar bulunduğunu sandı ve gırtlağına kadar bir ateșin çıktığını hissetti. Aman Yarabbi, ne kadar yalnızdı…” dedi…
İçimizdeki Şeytan’da “İnsan dünyaya sadece yemek, içmek, koynuna birini alıp yatmak için gelmiş olamazdı. Daha büyük ve insanca bir sebep lazımdı.” diyerek düşündürttü… “Kullanmadıktan sonra göğsümüzü dolduran hisler ve kafamızda kımıldayan düşünceler neye yarardı?” diyerek de düşünceleri kullanmaya sevk etti.
Hakkındaki davalar aleyhinde seyrederken Türkiye’den ayrılma girişiminde bulundu ancak bu ayrılmada kendisine rehberlik eden Ali Ertekin tarafından Bulgaristan sınırını geçmek isterken, Kırklareli’de 41 yaşında, milliyetçi sebepler ileri sürülerek vuruldu. Ölüm tarihi 2 Nisan 1948’dir. Arkasında çok kıymetli eserler bırakarak hayata veda etmiştir.
Burcu KOÇAK
Diğer blog yazılarımıza göz atmayı unutmayın!